Tag Archives: başlar.

Buzağı Doğumu Hakkında

Standard

Doğum başladığında nelere dikkat edilmelidir?
Doğum yapacak olan inekte, ilk sancıların başlamasından sonra 8 saat veya birinci su kesesinin görülmesinden sonra 2 saat geçtiği halde doğum gerçekleşmiyorsa yardıma, müdahaleye ihtiyaç vardır. Bu durumda mümkünse bir veteriner hekime danışılmalı veya çağırılmalıdır.
Güç doğuma müdahale sırasında; yavruyu çekmek için 4 insan gücünden fazlası kullanılmamalıdır.
Kesinlikle buzağının alt çenesine ip bağlayarak çekilmemelidir.
Yavrunun ön ayakları başıyla birlikte 15-20 cm dışarıya çıkmamış ise kesinlikle çekilmemelidir.
Buzağı arka ayakları ile geliyorsa müdahale için acele ediniz. Göbek kordonu erken kopacağından solunum erken başlar, buzağı boğulabilir
Doğum yaklaştığında neler yapılmalıdır?
İnekleri doğuma 5-7 gün kala, ahırdaki diğer hayvanlardan uzaklaştırarak daha geniş bir yere alınır.
Altlıkların bol, temiz ve kuru olmasına özen gösterilir.
Ahırların havadar ve uygun sıcaklıkta (10-15 derece) olmasına dikkat edilir.
Doğumun başlayıp başlamadığı hayvana hissettirilmeden gözetlenmelidir.
Doğuma yardım için hiçbir zaman acele edilmemelidir
İneklerin tuz ihtiyacı
Tuz noksanlığında iştah azalması görülür. Tuz ihtiyacı vücut ağırlığı ve verilen rasyonun karakterine göre değişir. Canlı ağırlığı 500 kg olan bir süt ineğinin yaşama payı tuz ihtiyacı günde 20-25 g’dır. Buna, ineğin verdiği her 1 kg süt için ayrıca 2 g tuz eklemek gereklidir.

İneklerin su ihtiyacı
Süt sığırlarının su ihtiyacı, hayvanın vücut ağırlığına, süt verimine, verilen yemin cinsine ve çevre ısısına bağlı olarak değişir. Bir süt ineği 24 saatte ortalama 10 kez su içer. Bir süt ineğinin yaşama payı su ihtiyacı günlük 40-60 litre kadar olup, her litre süt verimi için 4 litre daha fazla su içer.
Doğumdan sonra neler yapılmalıdır?
Doğum yapmış olan ineğin vücudu terli olduğundan, havlu, bez, çuval yada kuru ot yardımı ile kurulanmalıdır. Gerekli durumlarda hayvanın üstü bir örtü ile örtülmelidir.
İnekler, doğumu izleyen ilk 8-10 gün soğuktan ve hava cereyanından korunmalıdır.
Ahırlarda karşılıklı kapı ve pencereler açık bırakılmamalıdır.
İneklerin içecekleri suyun ilk 2-3 gün ılık olmasına dikkat edilmelidir.
İçerisine kepek, buğday, yulaf veya arpa unu ilave edilmiş ılık tuzlu su (yal, çorba) verilmelidir.
Yavru zarları doğumdan 12 saat sonrasına kadar atılmadığı taktirde bir veteriner hekime müracaat edilmelidir.
Eş veya son adı verilen yavru zarları atıldıktan sonra ineğin yanından hemen uzaklaştırılmalıdır. Bunlar bir çukura gömülmeli veya yakılmalıdır. Yavru zarlarını yiyen ineklerde sindirim bozuklukları görülebilir.
Meme ödemi, memelerde göğüs kafesine kadar uzanan aşırı şişkinliktir. Buzağılamadan birkaç hafta önce oluşur ve çoğunlukla doğumdan 8-12 gün sonra kaybolur. Kaybolmadığı taktirde bir veteriner hekime müracaat edilmelidir.
Buzağı doğar doğmaz nefes alıp almadığına dikkat edilmelidir. Öncelikle yavrunun ağız ve burnundaki yavru zarı parçaları, mukus ve yavru suları temizlenmelidir. Çünkü yavruyu anneye bağlayan göbek kordonu kopar kopmaz solunum (nefes alam) zorunlu hale gelir. Normal doğumlarda yavru dışarı çıktıktan sonraki 10-60 saniye içinde solunum başlaması gerekir.
İlk teneffüs hareketi derindir. Akciğerlere fazla miktarda hava girebilmesi için, ilk nefes almanın güçlü ve derin olması gerekir. Yeni doğan buzağının yaşama şansı, normal solunum hareketinin kendiliğinden başlamasına bağlıdır.
Şayet solunum güç ve hırıltılı ise; mukusun uzaklaştırılması için yavruyu arka bacaklarından baş aşağı olacak şekilde bir yere asılmalı ve hafifçe silkelenmelidir. Bu işlem 10-20 saniye süre ile 3-5 defa tekrarlanmalıdır.
Yavrunun başına bir miktar soğuk su dökülebilir. Bu işlem solunumu uyarır.
Solunumun normale dönmediği durumlarda, kaburgalar üzerine dikkatlice çift taraflı hafif basınç uygulanır. Ayrıca hayvanın dilini birkaç kez hafifçe çekip bırakılır.
Buzağı kendiliğinden normal sıklıkta ve derin olarak solunuma başladığında bir bez yada çuval yardımı ile ovarak kurutulmalıdır.
Solunumdan sonra göbek kordonunun kontrolüne özen gösterilmesi gereklidir.
Göbek kordonu doğum sırasında çoğunlukla kendiliğinden kopar.
Kendiliğinden kopmamış ise; temiz bir makas veya bıçak ile yavrunun gövdesinden bir el genişliği uzaktan kesilmelidir.
Göbek yarası çok temiz tutulmalıdır. Bunun için buzağı bol ve kuru altlık üzerine alınmalıdır.
Göbek kordonuna bolca iyotlu bir antiseptik (Biokadin, Batticon) dökülmelidir. Kordonda kanama yoksa bağlanmamalıdır. 
Göbek parçası bir hafta içinde kurur ve düşer, düşene kadar her gün antiseptik ilaçlar sürülmelidir.
Göbek yarasına mikrop bulaşır ise iltihap oluşur. Bu durumda göbekten kötü kokulu ve irinli bir akıntı gelir ve yavrunun genel durumu bozuktur. Bu durumdada acilen bir veteriner hekime müracaat edilmelidir.
Eğer ana yavruya ilgisiz kalıyorsa, özellikle soğuk bölgelerde buzağının vücudunu temiz ve kuru bir bezle kurulanmalıdır. Yeni doğan yavrunun üzerine kesinlikle tuz dökülmemelidir.

Yavruya mutlaka ağız sütü verilmelidir!
Sağlıklı bir buzağı, doğumu takiben yaklaşık yarım saat sonra ayağa kalkar ve anasını emmeye başlar. Doğumu takiben ananın sütü daha koyu ve kıvamlı bir yapıda olup normal süt değildir. Bu süte ağız sütü (kolostrum) denir. Bu süt buzağının sağlığı ve hayat boyu hastalıklara dayanaklığı için çok önemlidir. Buzağıya ağız sütü emzirilmeden önce ineğin memesi iyice sabunlu su ile yıkamalı ve silinmelidir. Eğer buzağı ilk bir saat içerisinde anasını emmemiş veya emememiş ise emzirme işlemi için buzağıya yardımcı olunmalıdır. Bu mümkün olmazsa ağız sütünü (doğumdan sonra ilk 3 gün sağılan süt) bir biberon veya emzikli kova yardımı ile mutlaka içirmeliyiz. Ağız sütünün doğumu takip eden ilk 12 saat içinde anadan emilen sayı ve miktarı çok önemlidir. Buzağının bu süre içinde anasını 2-3 kez emmesi sağlanmalıdır. Ağız sütünde buzağıyı bakteriyel hastalıklardan koruyucu bağışıklık maddeleri yanı sıra, sindirimi kolay, normal süte göre % 40 daha fazla besin maddeleri bulunur. Bu faydaları yanı sıra ağız sütü, geçici bir süre faydalı ishale sebep olur. Yani buzağı anne karnında iken sindirim sisteminde (midesinde) biriken artıkların atılmasını kolaylaştırır. Buzağıların hastalıklara daha dayanıklı olması için, ağız sütü buzağılara doğumu takip eden ilk üç gün düzenli olarak içirilmelidir. Bu süre içerisinde buzağının ağız sütünü günde 4-5 kez olmak üzere alması gereklidir.
Doğum yapan ineğin sütündeki herhangi bir nedenle meydana gelecek bir bozukluk halinde, yeni doğan buzağıya aynı veya bir önceki gün doğuran başka bir ineğin ağız sütü fazlasını sağılarak içirilmelidir. Eğer bu durum mümkün olmaz ise, ilk içirimde 6 yumurtanın beyazı taze sağılmış inek sütü ile karıştırılarak hazırlanan karışımın buzağıya içirilmesi faydalıdır. Daha sonraki öğünlerin her birinde 1 yumurta akı eksiltilerek bu uygulamaya devam eedilmelidir

Sütten kesim öncesi buzağılar nasıl beslenmelidir?
Buzağılar ortalama 8 hafta süre ile süt veya piyasada buzağı maması olarak pazarlanan süt ikame yemleri ile sıvı yemlemeye tabii tutulmalıdırlar. Böyle bir uygulamada ilk 4 hafta 4 kg, 5-6. haftalarda 3 kg, 7-8. haftalarda da 2 kg süt verilmesi uygun olacaktır. Buzağılar sütü doğumu takip eden 3. günden itibaren ya anasından emzirilmelidir, yada emzikli kovalar yardımı ile süt içirilmelidir. Daha faydalı olduğundan kovadan kontrollü olarak süt içirilmesi tavsiye edilmektedir. 
İkinci haftadan itibaren ‘Buzağı Başlatma Yemi’ olarak bilinen ve yem fabrikalarında üretilen kesif yem karmasının buzağılara verilmelidir. Bu yemin miktarı günde 250 g’dan başlatılarak gittikçe artırılmalıdır Buzağılar sütten kesim dönemine kadar günlük 500-750 g kesif yem tüketecek duruma gelmelidirler. Ayrıca söz konusu bu dönemde iyi kalite yumuşak kuru çayır otu, buzağıların yemliklerinde bir miktar bulundurulmalıdır. Bu uygulama buzağıların kuru yeme erken alışmalarını ve işkembe gelişimini sağlar. 
Sütten kesim sonrası buzağıları nasıl beslenmelidir?
Sütten kesim sonrası dönemde, 6 aylık yaşa kadar olan sürede ‘Buzağı Başlatma Yemi’ günlük 2-3 kg’ı aşmayacak şekilde buzağılara verilmelidir. Bu dönemde bu kesif yem ile birlikte iyi kalite kuru çayır otu da devamlı buzağıların önünde bulundurulmalıdır. Ayrıca buzağıların önlerinde devamlı olarak temiz su da bulundurulması gereklidir. Ayrıca, yemliklerde yalama taşı bulundurulması, buzağıların mineral madde ihtiyaçlarının karşılanması açısından da önemlidir 
Süt emme döneminden sonra erkek ve dişi buzağılar birbirinden ayrılarak gruplar halinde yetiştirilir. Grup halindeki bu hayvanlara ahırdaki bölmelerinde hayvan başına 2-2.5 m2 yer hesaplanmalıdır.
Hava şartlarının güneşli, ılıman ve rüzgarsız olduğu günlerde eğer mümkünse buzağılar açık havaya çıkartılmalıdır. Ancak bu mekanda gölgelikler ve su bulunmalıdır. Buzağılar uzun süre öğlen güneşine maruz bırakılmamalıdır.

Buzağı bakımında aşağıda belirtilen hususlara dikkat etmeliyiz

  • Doğum; temizlenmiş, ilaçlanmış ayrı doğum bölmelerinde yaptırmalıdır.
  • Buzağı bölmelerinde zemine bol ve temiz yataklık sap serilmelidir.,
  • Buzağının barındırıldığı ortam havadar, temiz ve kuru olmalıdır.
  • Bakıcıların el ve giysilerinin azami ölçüde temizliğine dikkat edilmelidir.
  • Doğan buzağılar sütten kesim dönemine kadar ayrı bölmelerde barındırılmalıdır.
  • Doğumu takiben en kısa süre içerisinde buzağının ağız sütü içmeye başlaması sağlanmalı ve bu uygulama 3 gün süre ile devam ettirilmelidir.
  • Buzağıya içirilen sütün yeterince ve vücut sıcaklığında verilmesine dikkat edilmeli, değişik öğünlerde verilen sütün sıcaklığında değişmeler olmamalıdır.
  • Emzikli süt içirme kovaları her zaman temiz tutulmalıdır.
  • Günlük süt içirme öğün sayısı en az iki olmalıdır.
  • Buzağılar ikinci haftadan itibaren ‘Buzağı Başlatma Yemi’ ve kuru çayır otuna alıştırılmaya başlanmalı. Kaba, geç biçilmiş ve küflü kuru ot verilmemelidir.
  • Kesif ve kaba yemin miktar ve cinsinde ani değişiklikler yapılmamalıdır.
  • İkinci haftadan itibarende önlerinde temiz su bulundurulmalıdır.

13. Buzağılar ılıman günlerde açık havaya çıkartılmalıdır.
Ülkemizde yüksek oranda görülen buzağı ölümlerinin en büyük nedeni biyolojik yapılarına uymayan bakım ve besleme koşullarıdır. Yeni doğan bir buzağı için yapılacak ilk iş hayatta kalmasını sağlamaktır. Bunun için; doğum öncesi yavru suları boşaldıktan sonra buzağıyı çok erken çekmekten sakınılmalı ve buzağının doğması için en az 2-2,5 saate gereksinim olduğunu unutmadan doğuma yardım edilmeli ve ilk defa doğum yapan düvelerde dikkat edilmelidir.

Doğum sonrası unutmamak gerekir ki; buzağı ölümlerinin %25 kadarı doğumu izleyen ilk haftalar içinde gerçekleşir. Doğum sonrasında alınacak bazı önlemler ile bu ölümler azaltılabilir. Bu önlemleri şöyle sıralayabiliriz:

Buzağının sorunsuz şekilde nefes aldığından emin olmalı, gerekirse suni solunum yaptırılmalıdır.
Buzağının göbek kordonu tendürdiyot içine daldırılmalıdır.
Doğum sonrası 30-60 dakika içinde buzağı ve anasının ayakta kaldığından emin olunmalıdır.
İneğin buzağıyı yalamadığı durumlarda buzağı kurulanmalıdır.
Doğum sonrası 30 dakika içinde ağız sütü verilmelidir. Bunun için meme başı iyice temizlenmelidir. Ayrıca süt ana memesi hizasında verilerek ısısı 35 C olmalıdır.
Buzağılara birden fazla inekten alınan sütün karışımının verilmesidir. Bunun önemi;
a) Sadece anneden alınan ağız sütüne göre hastalıklara karşıdaha etkili olmasıdır.
b) Ağız pisliğinin atılmasını sağlar ve yeni doğan buzağının tüm besin maddeleri ihtiyacını karşılar.
c) Hastalıklara karşı yüksek oranda bağışıklık maddeleri içerir. Bu bağışıklık maddeleri 24-36 saate kadar buzağı tarafından alınacaktır.
d) Buzağının ilk 2-3 günü boyunca günlük C.A’ nın %10-12′ si kadar ve sık sık (en az 4-5 defada) verilmelidir.

SIĞIR VEBASI

Standard

Sığırların akut,  ateşli ,  bulaşıcı,  sindirim kanalı mukoz membranlarının yangılı nekrotik değişikliği ile karakterize bir hastalığıdır.

1991 yılına kadar uzun yıllar ülkemizde görülmeyen çok hızlı bulaşan ve ölüme neden olan sığır vebası hastalığı ülkemizde tekrar görülmüş ve kısa sürede Diyarbakır, Adana, Konya, Afyon ve Sakarya’da 17 mihrakta hastalık görülmüştür. 1991 yılında görülen sığır vebası salgınında körfez savaşı sonrası kontrolsüz ve kaçak hayvan girişlerinin önemli bir etken olduğu bilinmektedir. 15 Ekim 1991 tarihinde Van ve Hakkari illerinde 22 yıl aradan sonra sığır vebası hastalığının tekrar görülmesi ile başlayan mücadele 18-23 Mayıs 2003 tarihinde Paris’te yapılan Uluslararası Salgın Hastalıklar Ofisi (OIE) ‘nin 71nci Genel Kurulunda yapılan oylama ile önemli bir safhaya ulaştı. Türkiye sığır vebası hastalığından ari ilan edilmiştir.

Sığır vebası sığır ve mandalarda çok hızla bulaşan ve ölümle seyreden bir hastalıktır. Hastalık ölümlere neden olarak yetiştiricilere ve ülke için büyük ekonomik kayıplara neden olması yanında hastalığın görüldüğü ülkelerden her türlü ithalata yasaklamalar getirilmesi nedeniyle ülke ticareti içinde büyük engeller oluşturur. Bu nedenlerle büyük öneme sahiptir.

Hastalıktan arilik için Uluslararası Salgın Hastalıklar Ofisi (OIE) kurallarına göre hareket edilmiştir. OIE şu anda 162 ülkenin üye olduğu uluslararası bir kuruluştur. Dünya Ticaret Örgütü’nün kurulması ve DTÖ’nün uluslararası hayvan ve hayvansal ürün ticaretinde uyulacak kurallar konusunda OIE’yi referans olarak kabul etmesi son yıllarda bu kuruluşun önemini çok arttırmıştır. OIE uluslararası hayvan ve hayvansal ürün ticaretinde uyulacak kuralların  belirlenmesi yanında ülkelerin salgın hastalıklar yönünden durumları konusunda da değerlendirmeler yapmakta ve hastalıktan ari ülkeleri ilan etmektedir. Ekim 1998′de Türkiye ilk olarak “Trakya Bölgesinin sığır vebası hastalığından geçici arilik deklerasyonunda  bulunmuş ve bu bölgede sığır vebası aşılamaları durdurulmuştur. 1 Ocak 1999 tarihinden itibaren bütün ülkede sığır vebası aşılaması durdurulmuş ve Mart 1999 tarihinde Türkiye “Anadolu Bölgesinin de sığır vebası hastalığından geçici arilik deklerasyonunda bulunmuştur. 2000-2001 yıllarında ülke sığır varlığında sığır vebası virüsünün bulunmadığını doğrulamak amacıyla serolojik survey  çalışmaları yapılmıştır. Türkiye sonunda “sığır vebası hastalığından arilik” deklerasyonunda bulunmuştur. Kasım 2002 de “OIE Şap ve Diğer Epizootik Hastalıklar Komisyonunda” Türkiye’nin bu başvurusu görüşülmüştür. Ve nihayet 18-23 Mayıs 2003 tarihinde Paris’ye yapılan OIE’nin 71 . Genel Kurulunda Türkiye’nin sığır vebası hastalığından arilik başvurusu oylanarak kabul edilmiştir.

Etken

İlk defa 1899′da ülkemizde Adil bey ve M.Nicolle tarafından keşfedilmiş bir virustur. Etken Paramyxoviridea ailesinden bir morbillivirustur. Ahır koşullarında 20 saat ve açıkta 24-48 saat etkisini sürdürebilir.  Olgunlaşmış ette düşük pH nedeniyle 6 gün içerisinde virüsler ölür. Virüs enfekte hayvanların kan ve doku sıvılarında,  en yoğun olarak kemik iliği ve lenf yumrularında bulunur.

Kesim öncesi muayene bulguları

Sığır ve mandaların yüksek ateş, sindirim kanalı mukozasında erozyon ve hemorajiler, kanlı ishal ile karakterize salgın bir hastalığıdır. İnkübasyon süresi 3-9 gündür. Hastalık yüksek ateşle başlar (41-42°C). Durgunluk, iştahsızlık, ruminasyonun durması, konjunktivitis ve seröz karakterde göz ve burun akıntısı görülen semptomlardır. Daha sonra dudak, dişetleri, yanak papillaları, dilin ventral yüzeyinde ve damakta ufak sarımtrak kabarcıklar görülür. Bu lezyonlar ağıza kepek serpilmiş manzarası verir ve bu durum sığır vebası için tipiktir. Eroziv karakterdeki lezyonlar ülseratif bir hal alır ve ağızda pis bir koku hissedilir . İshalin başlaması ile beden ısısı düşer. İshal kanlıdır ve mukus ihtiva eder. Hastalıktan 6-12 gün sonra ölümler şekillenir. Bu semptomların görüldüğü akut formun yanı sıra perakut form ve subakut klinik formlara da rastlanır. Bozuklular başlıca ağız ve sindirim sistemi organlarında görülür.  Tipik olaylarda önce yüksek bir ateş  ve genel durumda bozukluk göze çarpar. Başlangıçta göz konjunktivasında yangı, mukopurlent göz yaşı ve burun akıntısı vardır. Ağızda değişik noktalarda epitel tabakasının nekrozu sonu yer yer kabarıklıklar görülür. Hastalığın ilerlemiş devresinde şiddetli ishal ile birlikte genel zayıflama vardır.

Et muayenesi bulguları

Ağız mukozasında dil ve damakta eroziv ülseratif hemorajik lezyonlar, abomasumda hemorajiler, kalın bağırsaklarda zebra çizgileri olarak tanımlanan konjesyon ve hemorajiler sığır vebası için tipik et muayenesi  bulgularıdır. Alt dudağın mukozasında ve diş etlerinde,  devrelerine göre erozyonlar görülür. Abomasus’un mukozasında özellikle pylorus bölgesi yangılı ve tuğla kırmızısı veya koyu kırmızı renk almıştır. Küçük kırmızı nokta şeklinde kanamalar mevcuttur. Mukozanın kıvrımları arasında nekroze olmuş epitelden oluşan kabarık beyaz lekeler görülür. Mezenterial lenf yumruları büyümüş ve hemorajiktir. Endokart altında kanamalar vardır.Lenf yumruları ödematöz ve hemorajik olup payer plaklarında nekrotik odaklar görülür.

Marazi madde seçimi ve gönderme şekli

Ateşli dönemde hasta hayvanlardan alınan defibrine kan örnekleri buz içinde laboratuvara gönderilir. Antikoagülan madde olarak tercihen EDTA kullanılmalıdır veya cam boncuklu şişeler içinde çalkalanarak defibrine edilmelidir. Öldürülen hayvanlarda mezenteriyal lenf yumrusu ve dalak buz veya termos içinde acele laboratuvara gönderilmelidir. Histopatolojik muayeneler için tonsil, dil ve dudak %10 formol içinde gönderilmelidir.

Hasta sığırlardan teşhis için laboratuvara gönderilen marazi madde dondurulmamalıdır. Ölmüş hayvanlardan marazi madde alınmamalıdır. İshal başlamış hayvandan kan gönderilmemelidir.

Sığır vebasında etler hakkında karar

Hastalığın tam ve bir kısım semptomlarını gösterenlerle ve vücut ısısı 39.8°C’nin üstünde olanla hayvanların kan dahil olmak üzere etlerle beraber bütün aksamları imha edilir. Sığır vebası hastalığının kombina, mezbaha ve kesim yerlerindeki sığırlarda çıkması durumunda hastalar ve hastalıktan şüpheliler tazminatlı olarak öldürülür ve imha edilir. Diğer manda ve sığırlar kestirilerek, iç organlar ve baş imha edilir, deri ve tırnakları iyi bir şekilde dezenfekte yapılarak serbest bırakılır. Etlerin ise tüketimine müsaade edilir. Vebalı sığır etlerinin insanlarda şimdiye kadar sağlık ile ilgili bir zararı görülmemiştir. İmha edilmesi hastalığın yayılmasını önlemek için alınan bir tedbirdir.

KUDUZ (RABİES)

Standard

Etken

Etkeni neurotrop,  filtreden geçebilen yuvarlak ve merkezi sinir sistemine yerleşen Rhabdoviridae ailesinden Lyssavirus’tur. 52- 58°C’de 30 dakikada ve 80°C’de 2 dakikada ölürler.

Kesim öncesi muayene bulguları

Tüm sıcak kanlı hayvanlarda görülür. Soğuk kanlı hayvanlar (yılan, timsah, kurbağa) vücutlarında virüsü taşımalarına rağmen hastalığa yakalanmazlar. 5-8 gün içinde ölüm görülür. Bulaşma, virüsün kuduz hayvanın salyasında olduğu dönemde başka bir hayvanı ısırmasıyla olur. Virüs sağlam deriden organizmaya giremez. Klinik belirtiler bütün hayvanlarda aynı olmasına rağmen bazı ufak farklılıklar vardır. Kuduz hayvanın ısırmasını izleyen 14-90 gün içinde hastalık 2-3 gün süren sakin kuduz dönemi ile başlar. Bu dönemde hareketlerde, huyda değişiklikler ve allotriofaji görülür. Daha sonra 3-4 gün süren hayvanın eksitasyonu, sese ve ışığa karşı duyarlılığının gözlendiği saldırgan dönemle devam eder. 2-3 gün süren ve hayvanın ölümü ile sonuçlanan paralitik devrede çenedeki felçten dolayı ağız kapanmaz, devamlı salya akar, su ve yiyecek alamayan hayvan zayıflayarak ölür.

Marazi madde seçimi ve gönderme şekli

Eğer şartlar uygunsa kafatası açıldıktan sonra beynin yarısı %50 gliserinli tuzlu su diğer yarısı %10 formol içinde gönderilmelidir. Otopsi yapma olanağı yoksa ; yakın mesafelerde baş iç içe yerleştirilmiş 2-3 naylon torba içerisinde elden gönderilir. Uzak mesafelerden gönderilecek baş bolca tuzlanarak bir naylon torbaya konulmalı ve ağzı lehimli buz dolu bir teneke içinde gönderilmelidir

Et muayenesi bulguları

Genellikle kuduza özgü mikroskobik belirtiler yoktur. Bağırsaklarda gastroenteritis,  mukozalarda kanamalar, karaciğer,  dalak ve böbreklerde hiperemi, idrar kesesinin boş olması genel belirtiler olarak sayılabilir. İlerlemiş olaylarda beynin cornu ammonis bölgesinde negri cisimciğinin görülmesi teşhis için en emin yoldur.

Etler hakkında karar

Ayakta muayenede kuduz teşhis edilen hayvanların kesimi yasaktır. Kesimden sonra kuduz teşhis edilirse kan dahil vücut imha edilir. Kuduza yakalanmış olan hayvanlar ile,  şüpheli olanların kesilmeleri etlerinin,  sütlerinin ve diğer kısımlarının tüketilmesi yasaktır. Kuduz hastalığına  yakalanmış hayvanlar tarafından ısırılan hayvanlar tazminatsız olarak öldürülür ve imha edilir.

HSZY (Kuduz Hastalığı) Madde 119 – Kuduz hastalığı çıktığını haber alan hükümet veteriner hekimi derhal hastanın bulunduğu yere gider ve hastalık çıkış raporu düzenler. Hayvan sağlık zabıtası komisyonu hastalık çıkış kararını alır ve ilan eder.

a)        Kuduz hastalığına yakalanmış ve kuduz hayvan tarafından ısırılan hayvanlar tazminatsız olarak öldürülür ve imha edilir. Ancak,  kuduz hayvan tarafından ısırılan hayvanların sahipleri öldürülmelerine rıza göstermez ise,  en geç 5 gün içinde kuduz aşısı ile tedavi altına alınmak şartıyla,  hayvan nev’ilerine göre  bu Yönetmelikte belirtilen karantina süresince masrafları hayvan sahibine ait olmak üzere karantinaya alınır. Hükümet veteriner hekimi gerekli kontrolu yapmakla yükümlüdür.

b)       Kuduz hastalığına yakalanmış hayvan,  insanları da ısırmış ise hükümet veteriner hekimi durumdan mahalli sağlık teşkilatını haberdar etmekle yükümlüdür. Isırma olayı mevcut olmasa bile il veya ilçe müdürlüklerinin hayvanlarda kuduz hastalığının çıktığını sağlık teşkilatına bildirmesi zorunludur.

c)        Kuduz hastalığı çıkan yerdeki sahipsiz ve başıboş köpekler köylerde muhtar ve ihtiyar heyetince,  kasaba ve şehirlerde belediye zabıtasınca tazminatsız olarak öldürülür ve imha edilir.

d)       Kuduz hastalığının bulaşmasından şüphe edilen hayvanlar da tazminatsız olarak öldürülür ve imha edilir. Sahipleri öldürülmelerine rıza göstermez ise en geç 5 gün içinde kuduz aşısı ile tedavi altına alınarak et yiyenler,  tek tırnaklılar ve sığırlar altı ay; koyun,  keçi,  domuz ve kanatlılar üç ay masrafları sahibine ait olmak üzere karantinaya alınır. Hükümet veteriner hekimi gerekli   kontrolu yapmakla yükümlüdür.

e)        Kuduz hastalığından şüphe edilen hayvanlar şehir ve kasabalarda belediyeler,  köylerde muhtarlıklar tarafından yaptırılan kapalı yerlerde 10 gün müddetle müşahedeye alınır. Müşahede sonunda kuduz hastalığının belirtisini göstermeyen hayvanlar hastalıksız sayılır. Müşahede masrafları sahibine aittir.

f)        Kuduz hastalığına yakalanmış veya hastalıktan şüpheli bir köpek müşahede  yerinden kaçar ve bulunamaz ise o mıntıkanın on kilometrelik çevresindeki sahipsiz ve başıboş köpekler öldürülür ve imha edilir. Sahipli köpekler zincire bağlanır. Çoban köpekleri sürülerin bulunduğu yerde serbest bırakılır.

g)       Sahipli kedi ve köpeklerin kuduz hastalığına karşı aşılanması mecburidir. Şehirlerde belediyelerce,  köylerde muhtarlıklarca sahipli köpek ve kedilerin kaydı tutulur. Bu kayıtlar hükümet veteriner hekimince denetlenir. Köpekler üç  aylık kediler altı aylık olduklarında ilk defa aşılanırlar. Her yıl aşı tekrarlanır. Aşılanan hayvanlar için aşı belgesi düzenlenir. Belgesizler öldürülür ve imha edilir.

h)       Kuduz hastalığından veya bulaşmadan şüphe edilen hayvanların bulundukları yerin dışına çıkarılmasına izin verilmez. Bu hayvanların kesilmesi ve etlerinin tüketilmesi yasaktır,  sütleri imha edilir.

i)         Belediyeler ve köy muhtarlıkları kuduz hastalığından veya bulaşmadan şüpheli hayvanların müşahedeye alınabilecekleri yeri temin etmek zorundadır.

j)         Kuduz hastalığına yakalanmış veya hastalıktan şüpheli hayvanların kadavraları,  derileri ile birlikte imha edilir.

k)       Kuduz hastalığının kesin teşhisi için,  hastalığa el koyan veterinerlikçe ölen veya öldürülen hayvanın başı bolca tuzlanıp,  plastik torbaya sardırılır. Teneke kutu içerisinde veya tahta kutuda laboratuara gönderilir. Ambalaj üzerine kuduz kelimesinin belli olacak şekilde yazılması zorunludur.

l)         Kuduz veya kuduz hastalığından şüphe edilen hayvan tarafından ısırılan hayvanlara beş gün içinde küratif aşı,  tarifnamesine göre yapılır.

m)      Kuduz hastalığı sebebi ile konulan karantina tedbirleri hastalığa yakalanan hayvan; et yiyen,  tek tırnaklı ve sığır ise altı ay sonra; koyun,  keçi,  domuz ve kanatlılarda üç ay sonra dezenfeksiyon yapılarak kaldırılır.

n)       Kuduz hastalığı ile mücadele ilgili bakanlıklarla yapılacak müşterek çalışma esasları düzenlenecek protokollerle belirlenir.

SALMONELLA (SALMONELLOSE )

Standard

Salmonellloz adı altında Salmonella grubu bakterileri tarafından oluşturulan,  septisemi belirtileriyle veya subakut  ve kronik mide-bağırsak yangısıyla seyreden hastalıklar anlaşılır.

Etken

Enterobacteriaceae familyasında yer alan insan ve hayvanlar için patojenik olan mikroorganizmalardan salmonella’lar doğada çok yaygındır. Ülkemizde de sık olarak görülür. Salmonella’lar sporsuz,  kapsülsüz, gram negatif çomakçıklardır. S.pullorum ve gallinarum hariç hareketlidirler. Genelde laktoz negatiftir. İlk olarak 1888′de August Gartner tarafından tanımlanmıştır.

Kesim öncesi muayene bulguları

Dana ve sığırlarda salmonelloza en çok S.typhimurium,  S.dublin,  S.enteritis ve S.anatum neden olmaktadır. Yetişkin sığırlarda akut enfeksiyonda vücut ısısı yükselir. Süt verimi düşer ishal başlar. 24 saat içinde ishal dizanteriye dönüşür ve beden ısısı normalin altına düşer. Hayvanlarda halsizlik solunum güçlüğü ve bazende eklemlerde yangı görülebilir. Letalite %25-30′dur.

Et muayenesi bulguları

Et muayenesinde görülen bozukluklar ve değişiklik karakteristik değildir. Hastalıkta sindirim yolları ve bağırsak mukozası kızarmış ve şişkindir. Bağırsakta kanamalar görülür. Bağırsak içeriği kanlıdır. Mesenterik lenf yumruları ödemli ve hemorajiktir. Dalağa yapılan kesitte,  kesit yüzünün sert olduğu ve frenk üzümü renginde olduğu görülür. Ayakta ve kesim sonrası muayeneler kesin teşhis için yeterli değildir. Teşhis bakteriyolojik muayenelere dayandırılmalıdır.

Etler hakkında karar

Etlerde veya iç organlarda salmonella bakterileri varsa ve bunlar az miktarda olsalar dahi süratle çoğalarak bu eti yiyen insanların zehirlenmesine neden olurlar. Bu nedenle ette ve lenf yumrularında salmonella bakterileri bulunursa , et imha edilmelidir.

 

AKTİNOMİKOZ

Standard

Sığırlar ve domuzlarda daha az yaygın olarak koyun,  at ve insanların kronik,  irinli,  granulamatoz bir hastalığıdır. Bu hastalık yumrulu çene (aktinomikoz) olarak da adlandırılır. Hastalık dünyanın her yerinde sporadik olarak ortaya çıkar. Aktinomikoz sert dokuda alt ve üst çene kemiklerinde ve sinuslarda  ortaya çıkar. Etkeni  Actinomyces bovis’dir.  İnsanlarda hastalık oluşturan tür Actinomyces israelii’dir.

Kesim öncesi muayene bulguları

Aktinomikoz sığır,koyun  ve domuzlarda görülen bulaşıcı ve kronik bir hastalıktır. Sığırlarda daha çok diş etlerindeki yaralardan organizmaya giren bakteriler diş köklerinde irinli bir yangı meydana getirir. İrin buradan çene kemiğine geçerek şişmesine ve süngerimsi bir durum almasına neden olur. Daha sonra çene kemiğindeki irin bir fistülle dışarı açılır. Bu irin içinde  bulunan kum tanecikleri şeklindeki granüller,  iki lam arasında ezilip,  mikroskopta bakılırsa hastalık teşhis edilir. Bulaşma, mikropla bulaşmış olan yem, ot, su vs. alınması sonu sindirim yolu ile meydana gelir. Ağız boşluğu mukozası, dil, dudak, diş etlerinde meydana gelen her türlü sert cisim ve infeksiyon yaraları mikrobun kolayca vücuda girmesine neden olur. Hasta hayvanlarda bir veya iki dudakta kalınlaşma görülür. Bu kalınlaşma yanaklar üzerinden mandibulaya doğru uzanabilir, daha sonra birçok küçük apsecikler oluşur. Bu apseciklerin içeriği koyu yeşilimtırak renkte olup deriden dışarı sızan kabuklar oluşturur. Baş ve boyundaki yumuşak dokuların özellikle dil, dudak, faringeal ve maksiller lenf yumrularının şişmesi, apseleşmesi ve granülasyon dokusunun oluşması ile karakterizedir. Hayvanlarda salivasyon, yutma ve çiğneme güçlüğü vardır.

Et muayenesi bulguları

Et muayenesinde aktinomikoz lezyonlarına  tipik olarak dilde ve çene kemiğinde rastlanır. Baş ve boyun deri altı yumuşak dokularında, lenf yumrularında ve dilde içinde koyu kıvamda sarımsı irin bulunan odaklara rastlanır.  Bu lezyonlar dilin dorsal kısmında ulkuslar halinde bulunur ve çoğunlukla dil çukurunda başlar. Buradaki kabartılar kesildiği zaman kesit yüzlerinde peynir kıvamında ve irinli bir kitle görülür. Bazen de dilde mukozanın kalınlaşmasıyla fındık büyüklüğünde yumrular vardır. Dil büyümüş ve sertleşmiştir. Akciğerde boz renkte veya sarımtırak tüberküloza benzeyen tüberküller halinde,  bazen yumurta büyüklüğünü bulan ve içerisi irinle dolu tümörler halinde lezyonlar görülür.

Marazi madde seçimi ve gönderme şekli

Bakteriyolojik muayene için aseptik koşullarda alınan apse içeriği steril şişelere konularak laboratuvara gönderilir.

Etler hakkında karar

Aktinomikoz lezyonları gösteren organların imha edilmesi gerekir.  Seröz membranların,  genellikle peritonun aktinobasillozu iyi beslenmiş hayvanlarda meydana geldiğinde karkas,  hastalıklı membranlar atıldıktan sonra serbest bırakılabilir. Aktinomikozun generalize olması halinde etin yedirilmemesi lazımdır. Generalizasyon yoksa et serbest bırakılır. Aktinomikoz et tüketimiyle insana geçmez.

 

LEPTOSPİROSİS

Standard

Leptospirosis sığır, koyun, keçi, domuz, at, köpek ve insanlarda görülen zoonoz bir hastalıktır. Hastalık, akut, subakut ve kronik seyirli olabilir. Bulaşma çiftleşme ile, inhalasyon ile, mikroplu materyalle direk temas ile, bulaşık su, yem, süt vs.’ nin sindirim yolu ile alınması sonucu meydana gelir. Bulaşma kongenital olabildiği gibi kan emici artropotlar ve rezervuar hayvanlar aracılığı ile de olabilmektedir. Başlıca klinik belirtileri ateş,  septisemi,  sarılık,  hemolitik anemi ve aborttur.

Hastalık yüksek ateşle başlar. Bu dönemde leptospiralar kanda bulunur. Sonraki dönemde böbreklere ve karaciğere yerleşir. Buna bağlı olarak sarılık, hemoglobinüri görülür. Ayrıca anemi, abortus ve mastitiste oluşabilir. Bazı hayvanlarda leptospiral meningitis ve nekrotik dermatitis oluşur. Kulaklar ve inguinal bölge  derisi kabuklanır ve kuru bir görünüm alır.

Etken

Sığırlarda genellikle leptospira pomona‘dır. Suda,  rutubetli zeminde ve hayvanların iç organların iç organlarında uzun süre canlı kalabilir. Kuraklığa karşı dayanıksızdır. Etkenler rutubetli yerlerde 180 gün kadar yaşayabildiği halde kurutulmuş toprakta 30 dakikada ölürler. Yüzlek sularda uzun süre yaşayabilirler. 50°C’de 10 dakikada 60°C’de ise 10 saniyede ölürler.

Et muayenesi bulguları

Kesimden sonra yapılan muayenede tipik olan vakalarda özellikle yutak,  boyun ve göğüs bölgelerinde,  deri altında,  ayrıca mezenterium ve perineal bağ dokusunda ve epikard altında kırmızımtırak,  seröz ve jelatin benzeri sıvı toplanması görülür. Karaciğer çok defa büyümüştür,  koyu sarı bir renktedir. Safra kesesi koyu ve yapışkan bir safrayla doludur. Böbrekler koyu esmer ve bazen de siyah bir renk göstermekle beraber aynı zamanda birçok hemorajiler vardır. Böbreklerde değişiklik özellikle kortikal bölgede olup  burada nekrotik odaklar görülür. İdrar kesesi hemoglobinli (kırmızı) bir idrar taşır. Sindirim sisteminde akut kataral gastroenteritis lezyonları ve bazı vakalarda hemorajik enterit bulunur. Perakut şekillerde özellikle perikard’ta,  dalakta büyümüş olan lenfatik bezlerde kanamalar görülmesi karakteristiktir. Myokard’da parankimatöz dejenerasyon vardır. Dalak çok defa büyümemiştir. Deri altında ikterus dikkat çeker.

Anemi, sarılık, subseröz ve submukoz hemorajiler, böbreklerde büyüme, kapsulası altında nekrotik odaklar, iç organlarda (karaciğer, böbrek, kalp, akciğer, bağırsak) kanamalar dikkati çeker. İdrar kesesinde kırmızı renkli bir idrar vardır.

Marazi madde seçimi ve gönderme şekli

Şüpheli hayvanlardan kan serumu gönderilir. Kan serumu hemolizsiz olmalıdır. Ayrıca kan serumuna mümkünse 1/10000 oranında koruyucu olarak mertiolat katılması uygundur. Kan serumu hasta hayvanlardan olmak üzere hastalığın başlangıcından en az 2 hafta sonra ve antibiyotik kullanılmadan evvel alınmalıdır. Ateşli devrede (Leptospiraemia döneminde, genellikle 7-10 gün ) aseptik koşullarda alınan defibrine kan, leptospiruria döneminde (hastalığın 2.haftasındaki periyot) aseptik koşullarda ve sonda ile alınan idrar gönderilebilir. Ölen hayvanlardan ise idrar kesesinden steril şırınga ile çekilen idrar, böbrek, karaciğer, serebrospinal sıvı, beyin, atık fetus ve süt marazi madde olarak gönderilebilir. Organ örnekleri laboratuvara en fazla 6 saat içinde ulaştırılmalı, histopatolojik muayeneler için %10 formollu tuzlu su içinde gönderilmelidir.

Etler hakkında karar

Kesimden sonra yapılan muayenelerde  leptospirosis teşhis edildiği zaman etler hakkında karar aşağıdaki şekillerde karar verilir:

a.Gövde ve organlarda şiddetli ikterle beraber patolojik bozukluklar varsa etler imha edilmelidir.

b.Eğer patolojik bozukluklar çok hafifse,  etler ancak sterilize edildikten sonra verilmesi uygundur.

PSEUDOTUBERKULOZİS (Lymphadenitis Caseosa)

Standard

Koyunlarda kronik karakterde kazeöz lenfadenitis’e neden olur. Pseudotuberkuloz genel kavramı altında,  tüberkül benzeri  kazeifiye nödüllerin  oluşumuyla seyreden,  fakat asidoresistan olmayan mikroorganizmalar tarafından  meydana getirilen hastalık anlaşılır. Hastalığın yayılışı solunum ve sindirim sistemiyle olup, genelde koyuların kırkılması, kuyruk kesme ve kastrasyon işlemlerini takiben özellikle deride oluşan yaralara bağlı olarak ortaya çıkar.

Etken

Etken Corynebacteri ovis (C.pseudotuberculosis)’tir. Gram pozitif,  hareketsiz,  sporsuz ve aerob bir mikroorganizmadır.

Kesim öncesi muayene bulguları

Sığırlarda ülseratif lenfangitis, koyunlarda kazeöz lenfadenitis ile seyreden, akciğer ve lenf yumrularında tuberkuloza benzeyen içi koyu bir irinle dolu ve etrafı sert kapsüllerle çevrili irili ufaklı apselerle karakterize kronik seyirli infeksiyöz bir hastalıktır. Etken deride oluşan çeşitli türdeki yaralardan vücuda girer. Yüzeysel lenf yumruları (prekrural, preskapular, submaksillar, prefemoral, popliteal) şişmiş ve sertleşmiş olup, ağrısızdırlar. İlerlemiş olaylarda karın ve göğüs altında ödemlere rastlanır. Lezyonlar akciğerde ise ağrılı öksürük ve güç solunum vardır. Burundan muko-purulent akıntı gelir. Hastalık yavaş ilerlediği için anemi ve kaşeksi görülür.

Et muayenesi bulguları

Hayvanlarda genel bir kaşeksi görülür. Prekrural, preskapular, bronşiyal ve sublumbal lenf yumruları şişmiş, içlerinde yeşil sarı renkli kazeöz odaklar vardır Hastalık tüberküloz ile karıştırılabilir. Lezyonların yeşilimtırak sarı manzarası ve hastalıklı kısımlarının kesitlerinin bir soğan kesitine benzemesi teşhise yardımcı olur. Eskimiş lezyonlarda kireçlenme neticesinde kireç harcına benzeyen bir manzara görülür. Akciğerlerde çok sayıda ve çeşitli büyüklükte nodüllere rastlanır. Bunların içinde de aynı tarzda irin bulunur. Karaciğer, dalak, böbrek, meme ve testislerde de kazeöz veya kazeo-kalseroz değişmelere tesadüf edilir.

Marazi madde seçimi ve gönderme şekli

Marazi madde olarak lezyonlu akciğer ve diğer iç organlarla lenf yumruları, yakın yerlerden doğrudan, uzak yerlerden ise %50 gliserinli fizyolojik tuzlu su içinde gönderilir.

Koyunlarda pseudotüberkülozlu etler hakkında karar

Hastalıklı organların ve lenf yumrularının imhası gerekir. Hastalıklı organ ve lenf yumruları çıkarılıp imha edilerek etlerin tüketimine izin verilir.

YANIKARA

Deri altı ve kas dokularında nekrotik ve amfimatöz nitelikte yangı meydana getiren, çıtırtılı ödemlerle karakterize, başta sığır olmak üzere koyun ve diğer çift tırnaklı hayvanlarda görülen anaerob bir hastalıktır. Hastalık sığırlarda 6 aylık ile 2.5 yaş arasında daha sık görülmektedir. Etken koyunda ekzogen yolla, kırkım yaraları, kastrasyon vs. yoluyla bulaşır. Hastalık aniden başlar, akut topallık ve depresyon dikkati çeker. Bu dönemde beden ısısı artabilir. Klinik bulgular ortaya çıktıktan sonra beden ısısı normale veya normalin altına düşebilir. Karakteristik ödematöz çıtırtılı şişkinlikler, arka bacaklarda, sırtta, göğüs bölgesinde ve boyunda gelişir. Hastalığın inkübasyon süresi 2-3 gün arasında değişir, ölüm oranı %98 düzeyindedir. Koyunlarda ise hastalık sığırlardakinden daha hızlı seyreder

Etken

Cl.chauvoei ‘dir. Gram pozitif,  peritrich flagellalar yardımı ile hareketli,  tam anaerob bir mikroorganizmadır. Spor formları sert koşullara dayanıklıdır. Virulansını toprak içinde 10-12 yıl koruyabilir. İnsanlar bu hastalığa duyarlı değildir.

Kesim öncesi muayene bulguları

Hayvanlarda iştahsızlık,  bitkinlik,  diş gıcırdaması,  sinirsel depresyonlar ve bazen de yüksek ateş görülür. Pelvis,  regio femoralis,  sağrı,  bel omuz ve boyun kısımlarında yaygın ödemler göze çarpar. Bu şişkinlikler başlangıçta sıcak ve ağrılı olup,  sonradan merkez kısımları soğur ve ağrısız bir durum alır.  Şişmiş bölge üzerindeki deri kuru,  sert ve koyu renkte olup kangrenleşmiştir. Palpasyon sırasında şişkinliklerde hışırtı duyulur.

Et muayenesi bulguları

Çeşitli organların mukozalarında hemorajiler görülür. Kalın kas tabakaları üzerine basıldığında çıtırtılı ses duyulur. Ödemler görülür. Deri altı bağ doku kırmızıdır. Bağırsak içeriği kanlıdır. Şişen kaslar sünger manzarasında koyu kırmızıdır. Lenf yumruları şişmiştir. Dalakta bir değişiklik yoktur. Karaciğerden yapılan kesitlerde bezelye veya ceviz büyüklüğünde,  sarı renkte kuru odaklara rastlanır.

Lezyonlu kaslarda, kasların normal rengini kaybederek siyahlaştığı, yangılı bölgede kanlı, köpüklü bir serozitenin bulunduğu dikkati çeker ve otopsi sırasında keskin pis bir koku hissedilir.

Marazi madde seçimi ve gönderme şekli

Lezyonlu bölgelerden alınan kas dokusu %50 gliserinli fizyolojik tuzlu su içerisinde gönderilir.

Etler hakkında karar

Ayakta muayeneden yanıkara teşhisi konulan veya şüpheli olan hayvanlar kesilmez,  kesimi yasaktır. Yanıkarada hayvan vücudunun,  kan dahil olduğu halde bütün aksamı insanlar tarafından gıda olarak  kullanılmasına izin verilmez,  imha edilir.

TÜBERKÜLOZ

Standard

İnsan ve hayvanlarda görülen bir enfeksiyon hastalığıdır. Ekonomik yaşam koşullarının etkisiyle evcil hayvanlar arasında oldukça yaygındır. Özellikle entansif besiciliğin yapıldığı bölgelerde  sığırlarda sık görülür. Etken,  Sığır tipi tüberkülozun etkeni mycobacterium bovis’tir. 0.2- 0.6x 1.5-4.0 cm. boyutlarında,  gram pozitif,  sporsuz,  hareketsiz organizmalardır. %2 Fenol, %1 kreosol ve %3 formaldehitte 4 saatte,  %80 alkolde 40 dakikada canlılığını kaybeder.

Bulaşma şekli

Etkenler vücuda genellikle solunum ve sindirim yolu ile girerek hastalık meydana getirirler. Hayvanların tüberküloz etkenine karşı verdikleri doğal reaksiyon;  mikroorganizmaların saldırı gücüne ve vücudun savunma aktivitelerine bağlıdır. Duyarlı konakçının vücuduna giren virülent mikroorganizmalar girdikleri bölgede yerleşerek üremeye başlar ve organlarda ilk lezyonları oluştururlar.  Bu organlara bağlı lenf yumrularına taşınması sonunda,  lenf yumrularında dejeneratif ve yangısal bozuklukların meydana gelmesine neden olur.  Böylece etkenin ilk girdiği organ ve dokularda ve hem de bunlara ait lenf yumrularında bozukluklar gelişir (Primer komplex). Vücudun dirençli olduğu durumlarda primer efektler iyileşebilir veya bazen de bunlar hiç belli olmayabilir (Tam olmayan primer komplex). Bu lezyonların içinde canlı mikroorganizma bulunur. Konakçının direncinin kırıldığı, lezyonların aktive olduğu (lezyonlardaki kalsifikasyonun rezorbe olması) durumlarda,  mikroorganizma tekrar üremeye ve lezyonlar da gelişmeye başlarlar. Bu odaklardan kana karışan mikroorganizmalar vücuda yayılarak generalizasyona neden olurlar (Erken generalizasyon). Böylece çeşitli organ ve dokularda yeni lezyonlar meydana gelir. Bunlar giderek büyür,  ortaları kazeifiye ve zamanla da kalsifiye olabilirler.  Gelişmeye devam eden kazeifiye odaklar bronş veya bronşiollere açılabilir ve mikroplu eksudat buralara boşalabilir. Bu eksudat öksürük ile dışarı atılır ve etrafın kontaminasyonuna neden olur (Açık tüberküloz).  Böylece organlarda içleri boşalan nodüller (Kavern) meydana gelir.  Akciğerlerde büyümeye devam eden lezyonlar,  büyük veya küçük kan damarlarına ulaşabilir ve bunların cidarını zedeleyerek kanamalara yol açabilir. Kan damarlarına ulaşan organizmalar kan yoluyla vücuda yayılarak akciğerin yanı sıra, diğer organ ve dokularda da  lezyonlar meydana getirebilir (Generalize miliyer tüberküloz) Vücudunda primer kompleks bulunan bir şahıs dışarıdan veya içeriden aldığı virülent bir mikroorganizma ile tekrar hasta olabilir (Reinfeksiyon ve bu defa kronik organ tüberkülozisi meydana gelir. Organ ve dokularda,  tüberküloz etkenleri tarafından oluşturulan lezyonlar histolojik olarak başlıca iki karakter (prodüktif ve eksudatif) taşımaktadırlar.

Kesim öncesi muayene bulguları

Klinik muayene ile hayvanlarda tüberkülozu saptamak,  ancak ileri dönemlerde olasıdır. Kesim öncesi ayakta muayenede görülen zayıflık, kemik, eklem ve testislerin şişliği lenf yumrularının şişliği tüberkülozdan şüphelenmeyi gerektirir. Akciğer tüberkülozunda öksürük,  solunum güçlüğü,  meme tüberkülozunda memede çeşitli sertlikler,  meme lenf yumrularında şişme,  uterus tüberkülozunda mukoz ve purulent bir akıntı görülür. Rektal muayenede uterusun sertleştiği anlaşılır. Şüpheli durumda ise vaginal akıntıdan,  balgam ve sütten mikroskobik muayene,  kültür ve hayvan deneyi yapılarak teşhis edilir.

Et muayenesi bulguları

Mezbahada tüberküloz teşhisi için sistematik et muayenesi şu sıraya göre yapılır.

Ø      Gövdenin genel durumu,  (Kaşeksi)

Ø      Başta retropharyngial, mandibular lenf yumruları ile parotidicum lenf yumrusu

Ø      Akciğerde bronchial ve mediastinal lenf yumruları ile akciğer dokusu

Ø      Bağırsaklarda mesenteriyal lenf yumruları

Ø      Karaciğerde , karaciğer lenf yumruları

Ø      Pleura, seroza ve periton  gözden geçirilir.

Bu muayenelerden sonra generalize tüberkülozdan şüpheleniliyorsa muayeneye şöyle devam edilir:

Sığırlarda tüberküloz çoğunlukla kazeifikasyon ve kireçlenme eğilimlidir. Organlardan birisinde yumuşama görüldüğü zaman generalizasyondan şüphe edilir. Generalize tüberkülozda genç hayvanlarda birinci derecede dalak, yaşlı hayvanlarda ise böbrekler bozukluk gösterir. Generalizasyondan şüphe edilen ve dolayısıyla bütün et lenf yumrularının muayenesini gerektiren başlıca bulgular şunlardır:

Et muayenesinde bir organda veya bir lenf yumrusunda radier kazeifikasyon veya kapsüllenmiş olan erime durumu, kavern gibi eksudatif karakterde bulgular görülürse,

Dalak, böbrek, adrenler, meme,  uterus, kemikler gibi genellikle büyük dolaşımla bulaşan organlardan birisinde veya bunların lenf yumrularında tüberkülozik bozukluklar bulunursa,

Hem akciğer ve hem de karaciğerde veya bunların lenf yumrularında tüberkülozik odaklar varsa,

Yalnız bir organda, ekseriya fazla büyümüş ve anfizemik olan akciğerde veya karaciğerde yeni kan enfeksiyonu bulguları varsa,

Taze odaklar şeklinde pneumonia caseosa,  asinöz akciğer tüberkülozu,  seröz zarlarda peritonda koltuk altında,  memede uterusta veya böbreklerde yaygın kazeifiye olmuş yangı varsa, sığırda akut hematogen tüberkülozun varlığı araştırılmalıdır. Bu olayların hepsinde et lenf yumrularının muayenesi gerekir.

Lenf yumrularının muayenesi

Organlarda görülen bozukluk şüpheli kalıyorsa regional lenf yumrularında saptanan bulgular teşhisi kuvvetlendirir. Tüberkülozun teşhisinde lenf yumrularının muayenesi çok önemlidir. Tüberküloz etkeninin girdiği lenf yumruları şişer ve kısmen kızarır. Daha sonra bu yumruluların kesitlerinde küçük tüberküller veya yaygın olarak kazeifikasyon görülür. Lenf yumrularında tüberkülozik bozukluklar önce radier kazeifikasyon şeklinde görülür. Bu şekil tehlikeli olan ve fazla bakteri içeren bir tüberküloz olgusudur.  Radier kazeifikasyonda lenf yumrularının kesitleri , bir turpun kesitine benzer şekildedir. Lenf yumrularında radier kazeifikasyon görüldüğü zaman hastalığın generalize olup olmadığını saptamak için et içerisinde bulunan bütün lenf yumrularının muayenesi gerekir. Lenf yumruları muayene edilirken dışarı alınır ve küçük odakları görmek için bir çok ince kesitler yapılarak gözden geçirilir.

Marazi madde seçimi ve gönderme şekli

Lezyonlu organ ve lenf yumruları ( mediastinal, bronşial, retropharingeal ve diğer lenf yumruları ) dikkatlice seçilip ayrılır. Lezyonlu kısımlar iki parçaya ayrılarak iki kavanoza taksim edilir. Kavanozun birine %10 formollü, diğerine ise %50 gliserinli tuzlu su marazi maddelerin üstünü kaplayacak şekilde ilave edilir. Kavanozların kapakları akıtmayacak şekilde tampone edilerek gönderilir. Meme tüberkülozunda; memeler kaynatılmış ılık su ile yıkanır. %70 alkolle silinip dezenfekte edilir. Steril pamuk veya bezle kurutulup elleri dezenfekte edilmiş bir kimse tarafından 4-5 çekim sağıldıktan sonra 100 ml kadar süt steril şişelere alınır. Alınan süt uzak yerden gönderilecek ise 100 ml süte 0.5 gr asit borik ilave edilir. Vajen ve uterustan alınacak örnekler için steril eküviyonlardan yararlanılır

Tüberkülozlu etler hakkında karar

Tüberkülozlu etler üzerinde yapılan araştırmalarda,  çelişkili sonuçlar elde edilmiştir. Her şeye rağmen tüberkülozlu etlerin sağlık açısından zararlı olabilmesi için , etlerde tüberküloz bakterilerinin bulunması gerekir. Yapılan et muayenesiyle,  organlarda bulunan tüberkülozun karakteri ve yayılış belirtileriyle yeteri derecede bilgi edinilebilir. Muayenede saptanan miliyer tüberküloz ve generalizasyon bulguları ve ayrıca çeşitli organlarda eksudatif kazeifiye şekilleri görüldüğünde,  ette tüberküloz bakterilerinin var olduğu sonucuna varılır. Bu durumda:

.Tüberkülozda kaşeksi meydana gelmiş ise vücudun kan dahil bütün aksamına el konulur.

Genel kaşeksi :Yağlar tamamen erimiştir. Pelvis boşluğu, böbrekler ve kalbin etrafındaki yağların yerine jelatinimsi,  kehribar sarısı bir kitle bulunması halidir.

Yapılan sistematik et muayenesinde; tüberkülozun lokal veya generalize olduğunun tespitine göre kısmen veya tamamen imhasına karar verilir.

a)-Kısmen imhayı gerektiren durumlar

-Tüberküloz lezyonları lokal ise; (Tüberkülozik bozukluklar büyük kan dolaşımı ile yayılmadığı müddetçe lokal kabul olunur. Yani lokal tüberküloz da yayılma lenf yollarıyla veya V.Porta veya küçük kan dolaşımı ile yayıldığı zaman lokal sayılır. Primer kompleks ve kronik tüberküloz da lokal tüberkülozdur.) Akciğer, bağırsak v.b. organ ve lenf yumrularında tüberküloz lezyonları tespit edildiğinde ve hayvan besili ve kondüsyonlu ise tüberkülozlu organ ve kısımlar imha edilerek geri kalanı şarta tabi tutularak gıda değeri düşük etler grubundan kavurma yapıldıktan sonra tüketimine izin verilir.

b)-Tamamen imhayı gerektiren durumlar

Tüberküloz lezyonları generalize ise; (Tüberkülozik bozukluklar büyük kan dolaşımı ile muhtelif organlarda yani dalak, böbrek, testis, yumurtalıklar, meme, kemikler, et lenf yumruları, beyin zarı, göz vb. organlarda tespit edildiği zaman generalize sayılır).

  • Tüberkülozik bozuklukların genişliği ne olursa olsun kaşeksi ile birlikteyse,
  • Kaslar içinde veya inramüsküler lenf yumrularında tüberküller bulunuyorsa,
  • Bütün iç organlarda ve özellikle dalakta milier tüberküllerin varlığı ile tüberküloz lezyonları yayılmış bulunuyorsa,
  • Aynı zamanda göğüs boşluğu ve karın boşluğu üzerinde tüberküller bulunuyorsa, etler tamamen imha edilir.

HSZK. Madde 37 – Sığırlarda tüberküloz ve ….. yakalandığı tespit edilen hayvanlar tazminatlı olarak kestirilir,  öldürülür veya imha edilir. Ticari amaçla sütçülük yapan yerlerdeki ineklerin tüberküloz testine, … tabi tutulmaları mecburidir.

HSZK. Madde 41 – (Değişik: 27/12/1993-3951/1 md.)Bu Kanun hükümlerine göre …. sığır tüberkülozu, … şap hastalıklarından dolayı öldürülen veya kestirilen hayvanların sahiplerine,  Bakanlık bütçesinden aşağıda belirtilen miktarlarda  tazminat verilir.

HSZY. Madde 93 – Canlı hayvanlar kesilmeden…..

e) Ayakta yapılan muayene ve kontrollarda;

Sığırda;…,  tüberküloz,  ..hastalığı tespit edilenlere el konularak imha edilir.

HSZY. Madde 97.’e göre: – Kaşeksi ile birlikte seyreden generalize olmuş Tüberküloz hastalığı seyreden hayvanlarda gövde, kan bütün organlara el konularak imha edilir. Aynı maddeye göre yağlar dışında hayvan vücudunun el konularak imha edileceği hususlar  şunlardır:

1 – Çok dar sahada tüberküloz lezyonları tespit edilmesine rağmen aşırı derecede kaşektik bulunan etler,

2 – Kaslarda veya lenf yumrularında tüberküloz lezyonları bulunan etler,

3 – İç organlarda ve özellikle dalakta tüberküloz lezyonları bulunan etler,

4 – Göğüs ve karın boşluğundaki organlarda yaygın tüberküloz lezyonları tespit edilen etler,

HSZY (Sığırlarda Tüberküloz) Madde 110 – Ticari amaçla süt sığırcılığı yapılan yerlerdeki ineklerin sistematik muayenelerinde veya tüberkülin testi yapıldığında yahut Bakanlıkça uygulamaya konulan projelerle ilgili çalışmalarda tüberküloz hastalığı tespit edildiğinde hayvan sağlık zabıtası komisyonu toplanır. Hükümet veteriner hekimince  düzenlenen hastalık raporuna göre hastalık çıkış kararı alınır ve ilan edilir.

a) Tüberkülozlu hayvanlar tazminatlı olarak kestirilir. Etleri hakkında bu  yönetmelik ve Etlerin Teftiş Talimatı’na göre işlem yapılır.

b) Tüberküloz hastalığı tespit edilen hayvanla bir arada bulunan damızlık sığırlara tüberkülin testi uygulanır. Test neticesi müspet olanlar aynı şekilde tazminatlı olarak kestirilir.

c) Yurt dışından getirilen damızlık sığırlara mahallinde veya tahaffuzhanede uygulanan tüberkülin testinin neticesi menfi ise gittikleri yerlerde iki ay sonra tekrar tüberkülin testi yapılır. Bu testte de menfi sonuç verenler hastalıksız kabul edilir.

d) Süt sığırcılığı yapanlar her yıl ineklerini tüberküloz hastalığı bakımından muayeneye ve tüberkülin testi yaptırmağa mecburdur. Hükümet veteriner hekimi hastalıksız hayvanlar için sağlık belgesi düzenler ve sahibine verir. Bu testi  yaptırmayan hayvan sahipleri,  haklarında kanuni işlem yapılmak üzere savcılığa  bildirilir.

e) Tüberkülin testi uygulaması ve neticesi ile ilgili hususlarda Sığır Tüberkülozu Yönetmeliği uygulanır.

f) Tüberküloz hastalığı çıkan ahırlara dezenfekte edilmedikçe hayvan konulamaz. Hasta ve hastalıktan şüpheli sığırların yemleri ve maddeleri yakılarak veya gömülerek imha edilir. Süt kapları buharla yahut ilaçla dezenfekte edilir.

g) Tüberküloz hastalığı çıkan yerlerdeki ineklerin sütü çiğ olarak satışa verilmez.

h) Tüberkülozda karantina,  hastalık çıkan ahır,  ağıl veya yerle sınırlıdır.

Hastalar dışındaki hayvanlarda test sonucu menfi ise test iki ay sonra tekrarlanır. İkinci test neticesi menfi olan hayvanlar hastalıksız kabul edilir ve karantina dezenfeksiyon yapılarak kaldırılır.

ÇİÇEK

Standard

Çiçek Hastalığı Nedir

Çiçek pek eski zamanlardan beri dünya üstünde geniş sal­gınlar yaparak insanların gözünü korkutmuş olan bulaşıcı hastalıklardan birisidir.
Aşının icadından ve korunma tedbirlerinin anlaşılmasın­dan sonra salgınlar durmuş, hastalığın ortaya çıkması çok nâdir bir hale gelmiştir.

Çiçek Hastalığı Nedenleri

Uzun asırlar se­bebi bilinemeyen bu hastalı­ğın bugün özel bir virüs tara­fından husule getirildiği anlaşılmış bulunmaktadır.
Çiçek mikroplarının etrafa yayılmasına ve sağlamların hastalığa bulaşmasına sebep olan amillerin en önemlisi Çiçek aşısı, insanları çiçek hastalarındaki çiçek çıbanları gibi tehlikeli bir hastalıklarından cerahat, kabuk ve döküntüden koruyan en şifalı bir aşıdır tüleridir.

Çiçek virüsü oldukça dayanıklıdır. Soğukta uzun müddet canlılığını muhafaza eder.
Anasının kanımda olan çocuktan, eğer yaşayabilirse, yüz elli yaşındaki ihtiyara kadar her yaştaki insanlar, bağışıklık­ları yoksa çiçeğe tutulabilirler. Kimseyi affetmeyen bir hasta­lıktır.
Bağışıklık ancak hastalığı geçirmekle veya çiçek aşısı ile aşılanmak suretiyle hâsıl olur.

Bulaşma kaynağı çiçek hastalığına tutulmuş hastalardır. Hastaların ağız ve boğazlarında bulunan çiçek yaralarındaki mikroplar, öksürük ve aksırıklar sırasında fırlayan tükürük damlacıkları ile etrafa saçıldıkları gibi, deri üstündeki çıban­ların cerahat ve döküntüleri de bulaşmaya sebep olurlar.
Çiçek virüsü dayanıklı olduğu için hastanın çamaşırları, yatak ve yemek takımları, ev eşyası, meskenler, hasta taşıyan taşıtlar, temizlenmedikleri takdirde, bulaşmada rol oynayabi­lirler.

Çiçek bulaşmasında kara sineklerin de büyük önemi var­dır. Bu pis mahlûklar her tarafta dolaşırlar. Çiçekli hastaların vücutlarına konarak oralardan aldıkları çiçek virüsünü uzak mesafelere kadar taşıyıp başkalarına da kolaylıkla bulaştıra­bilirler.

Birbiriyle münasebeti yokmuş gibi görünen ve birbirin­den uzak mesafelerde ortaya çıkan çiçek vakalarında karasi­neklerin büyük rolü mevcuttur.
Çiçek virüsü sağlam insanın derisi veya burun, boğaz mu­hat gışaları üzerindeki ufak sıyrık ve yaralardan içeriye gir­mek suretiyle hastalığı hâsıl eder. Virüsü havi tozların tenef­füsü hastalığı kolaylıkla bulaştırır.

Çiçek Hastalığı Belirtileri

Virüs vücuda girdikten (10 – 12) gün sonra hastalık belirtileri ortaya çıkmağa başlarlar.

Başlangıç devrinde hastalık birdenbire bir üşüme, titreme ve ateş yükselmesiyle kendisini belli eder. Hasta, vücudunda kırıklıklar ve ağrılar duyar. Bilhassa kalça ve bel ağrıları dikkati çekecek derecede fazladır. Bulantı ve kusmalar olur. Hastanın dili paslanır, genel durumu fenalaşır. Gün geçtikçe hastalık ağırlaşır.

İkinci güne doğru dirseklerde, kasıklarda, koltuk altların­da kızıl lekeleri gibi genişçe, kırmızı lekeler ortaya çıkar. Üçüncü günde, hastanın yüzünden başlamak üzere, kızamık lekelerine benzeyen ufak, kırmızı kabarcıklar peyda olur. Bun­lar, az zamanda, kollara ve bacaklara doğru yayılırlar. Bu dev­rede hastanın bu halini görüp dikkat edilirse çiçek döküntü­leri, kızamığın ve su çiçeğinin tersine olarak, daha ziyade kol­lara, bacaklara yayılıp sıklaşmaya mütemayildirler. O sırada ateş biraz düşmüş, hastanın durumu hafiflemiş gibi görünür. Fakat zaman geçtikçe döküntüler daha bârizleşir. Üzerleri kabararak içlerinde su toplamağa başlar. Birkaç gün sonra dö­küntülerin içindeki kirli sarımtırak su, koyulaşarak cerahat haline gelir. Bunların her biri içi irin dolu bir çıban olur. iş­te çiçek çıbanı budur.
Biraz düşmüş olan ateş o sırada yeniden yükselir. Her ta­rafa yayılan ve gittikçe sıklaşan çıbanların tesiriyle hastanın yüzü şişer, gözleri kapanır. Çiçek çıbanları yalnız deride değil, başın saçlı kısmında, ağız, burun içinde de çıkarlar. Göz için­de çıkarlarsa gözü harap ederler. Bu çıbanlar, hastaya şiddet­li kaşıntı ve büyük bir rahatsızlık verirler.

Bu çıbanlar bazı hastalarda o kadar sıklaşır ki vücudun her tarafı, sıvama, çiçek çıbanlarıyla kaplanır. Bu çıbanların çatlamasıyla ortaya çıkan cerahatli akıntılardan fena bir koku yayılır. Hasta dalgın, ateşli, ağır ve korkunç bir manzara gös­terir. Bir takım hastalar bu ağır tablo içinde, şuurlarını kaybederler, abuk sabuk söylenir, yataktan kalkmak, atılmak is­terler. Büyük bir sıkıntı içinde çırpınır, dururlar.

Bazısında çıbanların içine kan sızmasından dolayı, bunlar koyu, morumtırak kırmızı bir renk alırlar. Bu hal kanın bo­zulmasından ileri geldiği için böyle hastaların akıbeti tehli­keye düşmüş sayılır.
Bütün vücudun zehirlenmekte olduğunu gösteren bu şek­le (kara çiçek) adı verilmiştir.
Hastalığın (12 – 13) üncü günlerine doğru çıbanlar kuru­maya, kabuklanmaya başlarlar. Hastanın ateşi düşer, iyilik alâmetleri baş gösterir. Bu suretle hastalık sona ermiş olur.
Çiçek çıbanları kuruyup kabuklan döküldükten sonra de­ri üstünde, bilhassa yüzde, bütün ömür boyunca devam ede­cek olan, yara izleri kalır ki buna (çiçek bozuğu) veya (çopur­luk) derler. Bu hal insanların yüz güzelliğini bozan fena bir arızadır.
Çiçek hastalığı sırasında hastalığın şiddetinden dolayı kalp ve damar sisteminin felce uğraması, kanın zehirlenip bo­zulması en tehlikeli ihtilâtlardandır. Bundan başka gözlerde, kulaklarda husule gelerek sağırlık ve körlükle neticelenen kö­tü ihtilâtlar da vardır.

Çiçek Hastalığı Tedavisi

Hastayı sağlamlardan ayırarak tedavi etmek, hattâ bir hastaneye yatırmak lâzımdır. Hastanın odası havadar, temiz ve sessiz olmalıdır. Bu odaya hastaya bakanlar­dan başkası girmemelidir. Girenler de hastanın bakımı bittik­ten sonra sırtlarındaki gömleği çıkarmalı, bu gömlekle başka­larının yanına girmemeli ve bu gömleği temizlemedikçe başka yerde giymemelidirler. Bütün hastalık müddetince hastanın vücudu, ağzı burnu, yatak ve yemek takımları gayet temiz tu­tulmalıdır.
Gıdalar hafif, sulu ve besleyici maddeler arasından seçil­melidir. Kalbin, damarların kuvvetlenmesine yarayacak ilâçla­rın doktor tarafından tatbiki lâzımdır. (Sulfamid) ve (Peni­cilin) gibi ilâçların ağızdan vermek, şırınga etmek veya mer­hem ve toz halinde çıbanlara sürmek suretiyle kullanılmasın­dan büyük faydalar sağlanabilir.
Gerçi yapılan tecrübeler bu ilâçların doğrudan doğruya çiçek virüsü üzerine bir tesiri olmadığını göstermişse de çiçek çıbanlarının ortaya çıkıp dışarıdaki cerahat (mikroplarının bu çıbanlara karışmasıyla meydana gelen ve hastanın halini ağır­laştıran iltihapları önlemek ve ortadan kaldırmak için bu ilâç­ların büyük faydası vardır. Bazı hallerde hastanın vücuduna, çiçek çıbanlarının üstüne (Permanganat de pottasse) mahlûlü sürmek kaşıntıları, fazla cerahatlenmeyi önlediği gibi çıbanla­rın derin izler bırakmamasına da yardım eder.

Çiçek Hastalığından Korunma Yolları

Sağlamların hastalarla temas etmemesi en başta gelen tedbirdir. Hastanın çamaşırları, yatak ve yemek takımları gayet sıkı bir dezenfeksiyona tâbi tutulmalıdır. Ka­rasineklere karşı şiddetli bir savaş açılmalıdır. Hastaya bakan­lar kendilerini gayet temiz tutmalı, hastalığı başkalarına nak-letmemeğe gayret etmelidir. Hastalar ancak (40 – 45) gün kadar tecrid ve tedavi edildikten, vücutlarında hiç bir yara ve kabuk kalmayıp tamamen iyileştikten, birkaç sıcak banyo ile güzelce temizlendikten sonra odalarını terk edebilirler. Bütün bu ted­birlerle beraber en kesin korunma çaresi (çiçek aşısı) ile aşı­lanmaktır. Çiçek aşısı bugün doktorluğun insan sağlığına hiz­met eden en kıymetli buluşlarından birisidir. Çiçek hastalığı­nın uzun asırlar süren salgınları ancak bu aşı sayesinde dur-durulmuştur.

Çiçek Aşısı

Bugün kullanılmakta olan çiçek aşısı da­nalardan alınır. Çiçek aşısı yapılan müesseselerde hastalıksız. sağlam ve genç danalar gayet temiz ve fenni ahırlarda çok dik­katle bakılıp beslenirler.
Çiçek aşısı hazırlanmak istenildiğinde, dananın sırtı­nın yan taraflarının derisi güzelce tıraş edilir. Tıraş edilen yerler sabunlu su ile iyice temizlenir. Sonra bu tıraş edilen yer­lerin derisi üstüne bir ustura ile, kan çıkarmadan, uzun çizgi­ler yapılır. Bu çizginin üstüne inek çiçeğinin mayası sürülür. Hayvanın sırtı gayet temiz bezlerle örtülür.

Bir müddet sonra dananın sırtında ufak ufak çiçek çıban­ları hâsıl olur. Bunlar büyüyüp olgunlaştıktan sonra özel bir takım aletlerle kazınarak çıban mahsulleri toplanır. Temiz (giycerine) ile karıştırılarak buz dolaplarında üç ay kadar sak­lanır. Kontrolları yapılır. Bu suretle hazırlanan çiçek aşısı ufak şişelere veya ince cam borulara doldurulur, işte bugün kullandığımız çiçek aşısı budur.
Çiçek aşısında dikkat edilecek noktalar şunlardır: aşı kuvvetini ve canlılığını kaybetmemek için daima soğukta sak­lanmalıdır. Buzluktan çıkarılıp âdi oda derecesinde (+4 dere­cesinin üstünde) bırakılacak olursa çabucak bozulur. Bundan yapılan aşılar da tutmaz.

Çocukları aşılamak için mevsim yoktur. Aşı her mevsim­de yapılabilir. Normal olarak çocuk (5 – 6) aylık iken aşılanır. Eğer ortalıkta çiçek hastalığı varsa ve çocuk buluşma tehlike­sine düşebilecekse bu aylardan daha ufak iken de aşılanabilir.

Şayet aşılanacak çocukta ateşli bir hastalık ve yahut de­risinde yaralar, çıbanlar, egzama gibi arızalar varsa bunları tedavi etmeden aşılamak doğru değildir.
Aşı çok defa koldan yapılır. Bacaktan yapılması, bazı mahzurlarından dolayı, birçok doktorlar tarafından uygun gö­rülmemektedir.
Aşı yapılacak yerin derisini temizlemek için kuvvetli mik­rop öldürücü ve deri üstünde uzun müddet kalıp aşıyı boza­cak ilâçlar kullanılmaz. En iyisi aşı yapılacak yeri sıcak sabun­lu su veya biraz (Ether) ile temizlemektir.
Aşı ispirto alevinde yakılmak suretiyle temizlenmiş yeni bir kalem ucu, bir iğne veya bir lanset ile yapılmalıdır. Bu gi­bi bir âletle deri üstünde, kan çıkarmadan, birbirine birer santim aralıkla, iki üç çizgi çizilir. Aşı tüpü kırılarak bu çizgi­lerin üzerine birkaç damla kadar- aşı sıvısı konur. Kalemin ucu ile hafifçe dokunularak aşı çizgilerin üstüne iyice yayılır ve bırakılır.

Aşının üzerini sargı ile bağlamaya veya orasını örtmek için ilâç kaşesi gibi şeyler koymaya lüzum yoktur. Aşının bir müddet kuruması beklenir, sonra çocuğun sırtına bol kollu temiz bir gömlek giydirilir.

Eğer aşı tutacaksa iki üç gün sonra koldaki çizgilerde ha­fif bir kırmızılık başlar. Dördüncü güne doğru bu kırmızılık­lar daha barizleşir. Sekizinci günde kabarıklık büyür, içinde sarımtırak, bulanık bir su toplanarak bir çıban haline gelir. Bu sırada çıbanın etrafı, bazı vakalarda kolun bu kısmı geniş bir şekilde kızarmış bulunur. Bu esnada koltuk altındaki lenfa bezlerinde de şişmeler görülebilir. Çocuk o günlerde biraz ateşlenir ve huysuzluk göstermeye başlar. Bu âdeta ufak bir çiçek hastalığına tutulma demektir. Müteakip günlerde kırmı­zılıklar yavaş yavaş geçer. Çıban kurur, kabuklanır. Daha son­ra kabuk kendi kendine düşer, yerinde bütün ömür boyunca kaybolmayacak bir aşı izi kalır.

Bazı çocuklarda ilk aşı çok dikkatli yapıldığı halde, vü­cutlarında analarından aldıkları bir bağışıklık mevcut olduğu için tutmaz. Bu takdirde birer aylık aralıklarla aşıyı tutunca-ya kadar tekrarlamak lâzım gelir. Çiçek aşısı insanları çiçek hastalığından kesin olarak koruyan bir aşı olduğundan bir­çok memleketlerde ve bizim yurdumuzda bu aşı ile aşılanmak kanunen mecburidir.
Çiçek aşısı ilk defa doğduktan sonra yukarıda belirttiği­miz gibi çocuk (5 -6) aylık iken yapılır. Aşının koruma müd­deti (5-6) yıl arasındadır. Onun için çocuklar ilk okula baş­larken tekrar aşılanırlar. Ondan sonra lüzumu oldukça (5 – 7) yıllık fasılalarla aşının tekrarlanması sağlık ve çiçekten ko­runmak için garanti teşkil eder.

KIZAMIK

Standard

Kızamık

Kızamık, bir tür virüsün neden olduğu döküntülü bir hastalıktır. Önce basit bir üst solunum yolu enfeksiyonu gibi başlar, ardından yüz ve enseden başlayan, gövdeye de yayılan kırmızı renkte döküntü ortaya çıkar.

Henüz aşı olmamış ve anneden geçen korumanın azaldığı bebekler, okul öncesi dönemdeki çocuklar, bağışıklık sistemi zayıf kişiler, 2 doz kızamık aşısı yapılmamış kişiler hastalığa yakalanma için yüksek riskli gruplardır.

kızamıkMikropla temastan sonra kuluçka dönemi 10-12 gündür. Önce; ateş, halsizlik, iştahsızlık, gözlerde sulanma ve kızarma, öksürük ve burun akıntısı başlar. 2-3 gün içinde, yanak içlerinde beyaz benekler, bundan 2 gün sonra da yukarıdan aşağıya doğru ilerleyen kırmızı döküntü ortaya çıkar.

kızamıkKızamık geçiren hastalarda, özellikle iyi beslenmemiş çocuklarda bronşit, zatürre, ishal, orta kulak enfeksiyonu, konjonktivit, körlük gibi komplikasyonlar görülebilir. Yıllar sonra ortaya çıkabilen nadir bir komplikasyon da, merkezi sinir sistemini dejenere eden ölümcül bir tablo olan SSPE ( Subakut Sklerozan Pan Ensefalit ) denilen bir hastalıktır.

Kızamık çok bulaşıcıdır. Hasta kişiyle solunum teması, öpüşme, aynı kaptan yeme gibi yollarla virüs alınır. Hastalığın en bulaşıcı olduğu dönem, ateş başlamadan öncesiyle döküntü çıktıktan 4 gün sonrasına kadarki dönemdir. Hasta çocuk, bu dönemde izole edilmeli, döküntü başladıktan sonra en az 5 gün okula gitmemelidir.

Viral bir hastalık olduğu için, etkene yönelik tedavi yoktur. Ancak; yatak istirahati, bol sıvı alımı, öksürük için soğuk buhar yardımcı olacaktır. Doktorun önerdiği ateş düşürücü ve vitamin takviyesi kullanılabilir. Hastalık yaklaşık 1 hafta sürecek, ömür boyu bağışıklık sağlayacaktır.

Kızamık aşıyla önlenebilen bir hastalıktır. Ancak ilk yaş içinde ( genellikle 9 ay dolunca ) yapılan tek doz aşının yeterli olmadığı, en az 2 doz aşı gerektiği unutulmamalıdır. Gelişmekte olan ülkelerde, halen tüm çocuklara aşılanması sağlanamamakta ve 5 yaş altı çocuk ölümlerinde en sık sorumlu olan enfeksiyon etkeni olarak kızamık karşımıza çıkmaktadır. Hedefimiz, aşısı olan bir hastalık yüzünden çocuklarımızın sıkıntı çekmemesi, ölümcül olabilen komplikasyonlarla karşılaşmamalarıdır.