Tag Archives: tedbirdir.

SIĞIR VEBASI

Standard

Sığırların akut,  ateşli ,  bulaşıcı,  sindirim kanalı mukoz membranlarının yangılı nekrotik değişikliği ile karakterize bir hastalığıdır.

1991 yılına kadar uzun yıllar ülkemizde görülmeyen çok hızlı bulaşan ve ölüme neden olan sığır vebası hastalığı ülkemizde tekrar görülmüş ve kısa sürede Diyarbakır, Adana, Konya, Afyon ve Sakarya’da 17 mihrakta hastalık görülmüştür. 1991 yılında görülen sığır vebası salgınında körfez savaşı sonrası kontrolsüz ve kaçak hayvan girişlerinin önemli bir etken olduğu bilinmektedir. 15 Ekim 1991 tarihinde Van ve Hakkari illerinde 22 yıl aradan sonra sığır vebası hastalığının tekrar görülmesi ile başlayan mücadele 18-23 Mayıs 2003 tarihinde Paris’te yapılan Uluslararası Salgın Hastalıklar Ofisi (OIE) ‘nin 71nci Genel Kurulunda yapılan oylama ile önemli bir safhaya ulaştı. Türkiye sığır vebası hastalığından ari ilan edilmiştir.

Sığır vebası sığır ve mandalarda çok hızla bulaşan ve ölümle seyreden bir hastalıktır. Hastalık ölümlere neden olarak yetiştiricilere ve ülke için büyük ekonomik kayıplara neden olması yanında hastalığın görüldüğü ülkelerden her türlü ithalata yasaklamalar getirilmesi nedeniyle ülke ticareti içinde büyük engeller oluşturur. Bu nedenlerle büyük öneme sahiptir.

Hastalıktan arilik için Uluslararası Salgın Hastalıklar Ofisi (OIE) kurallarına göre hareket edilmiştir. OIE şu anda 162 ülkenin üye olduğu uluslararası bir kuruluştur. Dünya Ticaret Örgütü’nün kurulması ve DTÖ’nün uluslararası hayvan ve hayvansal ürün ticaretinde uyulacak kurallar konusunda OIE’yi referans olarak kabul etmesi son yıllarda bu kuruluşun önemini çok arttırmıştır. OIE uluslararası hayvan ve hayvansal ürün ticaretinde uyulacak kuralların  belirlenmesi yanında ülkelerin salgın hastalıklar yönünden durumları konusunda da değerlendirmeler yapmakta ve hastalıktan ari ülkeleri ilan etmektedir. Ekim 1998′de Türkiye ilk olarak “Trakya Bölgesinin sığır vebası hastalığından geçici arilik deklerasyonunda  bulunmuş ve bu bölgede sığır vebası aşılamaları durdurulmuştur. 1 Ocak 1999 tarihinden itibaren bütün ülkede sığır vebası aşılaması durdurulmuş ve Mart 1999 tarihinde Türkiye “Anadolu Bölgesinin de sığır vebası hastalığından geçici arilik deklerasyonunda bulunmuştur. 2000-2001 yıllarında ülke sığır varlığında sığır vebası virüsünün bulunmadığını doğrulamak amacıyla serolojik survey  çalışmaları yapılmıştır. Türkiye sonunda “sığır vebası hastalığından arilik” deklerasyonunda bulunmuştur. Kasım 2002 de “OIE Şap ve Diğer Epizootik Hastalıklar Komisyonunda” Türkiye’nin bu başvurusu görüşülmüştür. Ve nihayet 18-23 Mayıs 2003 tarihinde Paris’ye yapılan OIE’nin 71 . Genel Kurulunda Türkiye’nin sığır vebası hastalığından arilik başvurusu oylanarak kabul edilmiştir.

Etken

İlk defa 1899′da ülkemizde Adil bey ve M.Nicolle tarafından keşfedilmiş bir virustur. Etken Paramyxoviridea ailesinden bir morbillivirustur. Ahır koşullarında 20 saat ve açıkta 24-48 saat etkisini sürdürebilir.  Olgunlaşmış ette düşük pH nedeniyle 6 gün içerisinde virüsler ölür. Virüs enfekte hayvanların kan ve doku sıvılarında,  en yoğun olarak kemik iliği ve lenf yumrularında bulunur.

Kesim öncesi muayene bulguları

Sığır ve mandaların yüksek ateş, sindirim kanalı mukozasında erozyon ve hemorajiler, kanlı ishal ile karakterize salgın bir hastalığıdır. İnkübasyon süresi 3-9 gündür. Hastalık yüksek ateşle başlar (41-42°C). Durgunluk, iştahsızlık, ruminasyonun durması, konjunktivitis ve seröz karakterde göz ve burun akıntısı görülen semptomlardır. Daha sonra dudak, dişetleri, yanak papillaları, dilin ventral yüzeyinde ve damakta ufak sarımtrak kabarcıklar görülür. Bu lezyonlar ağıza kepek serpilmiş manzarası verir ve bu durum sığır vebası için tipiktir. Eroziv karakterdeki lezyonlar ülseratif bir hal alır ve ağızda pis bir koku hissedilir . İshalin başlaması ile beden ısısı düşer. İshal kanlıdır ve mukus ihtiva eder. Hastalıktan 6-12 gün sonra ölümler şekillenir. Bu semptomların görüldüğü akut formun yanı sıra perakut form ve subakut klinik formlara da rastlanır. Bozuklular başlıca ağız ve sindirim sistemi organlarında görülür.  Tipik olaylarda önce yüksek bir ateş  ve genel durumda bozukluk göze çarpar. Başlangıçta göz konjunktivasında yangı, mukopurlent göz yaşı ve burun akıntısı vardır. Ağızda değişik noktalarda epitel tabakasının nekrozu sonu yer yer kabarıklıklar görülür. Hastalığın ilerlemiş devresinde şiddetli ishal ile birlikte genel zayıflama vardır.

Et muayenesi bulguları

Ağız mukozasında dil ve damakta eroziv ülseratif hemorajik lezyonlar, abomasumda hemorajiler, kalın bağırsaklarda zebra çizgileri olarak tanımlanan konjesyon ve hemorajiler sığır vebası için tipik et muayenesi  bulgularıdır. Alt dudağın mukozasında ve diş etlerinde,  devrelerine göre erozyonlar görülür. Abomasus’un mukozasında özellikle pylorus bölgesi yangılı ve tuğla kırmızısı veya koyu kırmızı renk almıştır. Küçük kırmızı nokta şeklinde kanamalar mevcuttur. Mukozanın kıvrımları arasında nekroze olmuş epitelden oluşan kabarık beyaz lekeler görülür. Mezenterial lenf yumruları büyümüş ve hemorajiktir. Endokart altında kanamalar vardır.Lenf yumruları ödematöz ve hemorajik olup payer plaklarında nekrotik odaklar görülür.

Marazi madde seçimi ve gönderme şekli

Ateşli dönemde hasta hayvanlardan alınan defibrine kan örnekleri buz içinde laboratuvara gönderilir. Antikoagülan madde olarak tercihen EDTA kullanılmalıdır veya cam boncuklu şişeler içinde çalkalanarak defibrine edilmelidir. Öldürülen hayvanlarda mezenteriyal lenf yumrusu ve dalak buz veya termos içinde acele laboratuvara gönderilmelidir. Histopatolojik muayeneler için tonsil, dil ve dudak %10 formol içinde gönderilmelidir.

Hasta sığırlardan teşhis için laboratuvara gönderilen marazi madde dondurulmamalıdır. Ölmüş hayvanlardan marazi madde alınmamalıdır. İshal başlamış hayvandan kan gönderilmemelidir.

Sığır vebasında etler hakkında karar

Hastalığın tam ve bir kısım semptomlarını gösterenlerle ve vücut ısısı 39.8°C’nin üstünde olanla hayvanların kan dahil olmak üzere etlerle beraber bütün aksamları imha edilir. Sığır vebası hastalığının kombina, mezbaha ve kesim yerlerindeki sığırlarda çıkması durumunda hastalar ve hastalıktan şüpheliler tazminatlı olarak öldürülür ve imha edilir. Diğer manda ve sığırlar kestirilerek, iç organlar ve baş imha edilir, deri ve tırnakları iyi bir şekilde dezenfekte yapılarak serbest bırakılır. Etlerin ise tüketimine müsaade edilir. Vebalı sığır etlerinin insanlarda şimdiye kadar sağlık ile ilgili bir zararı görülmemiştir. İmha edilmesi hastalığın yayılmasını önlemek için alınan bir tedbirdir.

ÇİÇEK

Standard

Çiçek Hastalığı Nedir

Çiçek pek eski zamanlardan beri dünya üstünde geniş sal­gınlar yaparak insanların gözünü korkutmuş olan bulaşıcı hastalıklardan birisidir.
Aşının icadından ve korunma tedbirlerinin anlaşılmasın­dan sonra salgınlar durmuş, hastalığın ortaya çıkması çok nâdir bir hale gelmiştir.

Çiçek Hastalığı Nedenleri

Uzun asırlar se­bebi bilinemeyen bu hastalı­ğın bugün özel bir virüs tara­fından husule getirildiği anlaşılmış bulunmaktadır.
Çiçek mikroplarının etrafa yayılmasına ve sağlamların hastalığa bulaşmasına sebep olan amillerin en önemlisi Çiçek aşısı, insanları çiçek hastalarındaki çiçek çıbanları gibi tehlikeli bir hastalıklarından cerahat, kabuk ve döküntüden koruyan en şifalı bir aşıdır tüleridir.

Çiçek virüsü oldukça dayanıklıdır. Soğukta uzun müddet canlılığını muhafaza eder.
Anasının kanımda olan çocuktan, eğer yaşayabilirse, yüz elli yaşındaki ihtiyara kadar her yaştaki insanlar, bağışıklık­ları yoksa çiçeğe tutulabilirler. Kimseyi affetmeyen bir hasta­lıktır.
Bağışıklık ancak hastalığı geçirmekle veya çiçek aşısı ile aşılanmak suretiyle hâsıl olur.

Bulaşma kaynağı çiçek hastalığına tutulmuş hastalardır. Hastaların ağız ve boğazlarında bulunan çiçek yaralarındaki mikroplar, öksürük ve aksırıklar sırasında fırlayan tükürük damlacıkları ile etrafa saçıldıkları gibi, deri üstündeki çıban­ların cerahat ve döküntüleri de bulaşmaya sebep olurlar.
Çiçek virüsü dayanıklı olduğu için hastanın çamaşırları, yatak ve yemek takımları, ev eşyası, meskenler, hasta taşıyan taşıtlar, temizlenmedikleri takdirde, bulaşmada rol oynayabi­lirler.

Çiçek bulaşmasında kara sineklerin de büyük önemi var­dır. Bu pis mahlûklar her tarafta dolaşırlar. Çiçekli hastaların vücutlarına konarak oralardan aldıkları çiçek virüsünü uzak mesafelere kadar taşıyıp başkalarına da kolaylıkla bulaştıra­bilirler.

Birbiriyle münasebeti yokmuş gibi görünen ve birbirin­den uzak mesafelerde ortaya çıkan çiçek vakalarında karasi­neklerin büyük rolü mevcuttur.
Çiçek virüsü sağlam insanın derisi veya burun, boğaz mu­hat gışaları üzerindeki ufak sıyrık ve yaralardan içeriye gir­mek suretiyle hastalığı hâsıl eder. Virüsü havi tozların tenef­füsü hastalığı kolaylıkla bulaştırır.

Çiçek Hastalığı Belirtileri

Virüs vücuda girdikten (10 – 12) gün sonra hastalık belirtileri ortaya çıkmağa başlarlar.

Başlangıç devrinde hastalık birdenbire bir üşüme, titreme ve ateş yükselmesiyle kendisini belli eder. Hasta, vücudunda kırıklıklar ve ağrılar duyar. Bilhassa kalça ve bel ağrıları dikkati çekecek derecede fazladır. Bulantı ve kusmalar olur. Hastanın dili paslanır, genel durumu fenalaşır. Gün geçtikçe hastalık ağırlaşır.

İkinci güne doğru dirseklerde, kasıklarda, koltuk altların­da kızıl lekeleri gibi genişçe, kırmızı lekeler ortaya çıkar. Üçüncü günde, hastanın yüzünden başlamak üzere, kızamık lekelerine benzeyen ufak, kırmızı kabarcıklar peyda olur. Bun­lar, az zamanda, kollara ve bacaklara doğru yayılırlar. Bu dev­rede hastanın bu halini görüp dikkat edilirse çiçek döküntü­leri, kızamığın ve su çiçeğinin tersine olarak, daha ziyade kol­lara, bacaklara yayılıp sıklaşmaya mütemayildirler. O sırada ateş biraz düşmüş, hastanın durumu hafiflemiş gibi görünür. Fakat zaman geçtikçe döküntüler daha bârizleşir. Üzerleri kabararak içlerinde su toplamağa başlar. Birkaç gün sonra dö­küntülerin içindeki kirli sarımtırak su, koyulaşarak cerahat haline gelir. Bunların her biri içi irin dolu bir çıban olur. iş­te çiçek çıbanı budur.
Biraz düşmüş olan ateş o sırada yeniden yükselir. Her ta­rafa yayılan ve gittikçe sıklaşan çıbanların tesiriyle hastanın yüzü şişer, gözleri kapanır. Çiçek çıbanları yalnız deride değil, başın saçlı kısmında, ağız, burun içinde de çıkarlar. Göz için­de çıkarlarsa gözü harap ederler. Bu çıbanlar, hastaya şiddet­li kaşıntı ve büyük bir rahatsızlık verirler.

Bu çıbanlar bazı hastalarda o kadar sıklaşır ki vücudun her tarafı, sıvama, çiçek çıbanlarıyla kaplanır. Bu çıbanların çatlamasıyla ortaya çıkan cerahatli akıntılardan fena bir koku yayılır. Hasta dalgın, ateşli, ağır ve korkunç bir manzara gös­terir. Bir takım hastalar bu ağır tablo içinde, şuurlarını kaybederler, abuk sabuk söylenir, yataktan kalkmak, atılmak is­terler. Büyük bir sıkıntı içinde çırpınır, dururlar.

Bazısında çıbanların içine kan sızmasından dolayı, bunlar koyu, morumtırak kırmızı bir renk alırlar. Bu hal kanın bo­zulmasından ileri geldiği için böyle hastaların akıbeti tehli­keye düşmüş sayılır.
Bütün vücudun zehirlenmekte olduğunu gösteren bu şek­le (kara çiçek) adı verilmiştir.
Hastalığın (12 – 13) üncü günlerine doğru çıbanlar kuru­maya, kabuklanmaya başlarlar. Hastanın ateşi düşer, iyilik alâmetleri baş gösterir. Bu suretle hastalık sona ermiş olur.
Çiçek çıbanları kuruyup kabuklan döküldükten sonra de­ri üstünde, bilhassa yüzde, bütün ömür boyunca devam ede­cek olan, yara izleri kalır ki buna (çiçek bozuğu) veya (çopur­luk) derler. Bu hal insanların yüz güzelliğini bozan fena bir arızadır.
Çiçek hastalığı sırasında hastalığın şiddetinden dolayı kalp ve damar sisteminin felce uğraması, kanın zehirlenip bo­zulması en tehlikeli ihtilâtlardandır. Bundan başka gözlerde, kulaklarda husule gelerek sağırlık ve körlükle neticelenen kö­tü ihtilâtlar da vardır.

Çiçek Hastalığı Tedavisi

Hastayı sağlamlardan ayırarak tedavi etmek, hattâ bir hastaneye yatırmak lâzımdır. Hastanın odası havadar, temiz ve sessiz olmalıdır. Bu odaya hastaya bakanlar­dan başkası girmemelidir. Girenler de hastanın bakımı bittik­ten sonra sırtlarındaki gömleği çıkarmalı, bu gömlekle başka­larının yanına girmemeli ve bu gömleği temizlemedikçe başka yerde giymemelidirler. Bütün hastalık müddetince hastanın vücudu, ağzı burnu, yatak ve yemek takımları gayet temiz tu­tulmalıdır.
Gıdalar hafif, sulu ve besleyici maddeler arasından seçil­melidir. Kalbin, damarların kuvvetlenmesine yarayacak ilâçla­rın doktor tarafından tatbiki lâzımdır. (Sulfamid) ve (Peni­cilin) gibi ilâçların ağızdan vermek, şırınga etmek veya mer­hem ve toz halinde çıbanlara sürmek suretiyle kullanılmasın­dan büyük faydalar sağlanabilir.
Gerçi yapılan tecrübeler bu ilâçların doğrudan doğruya çiçek virüsü üzerine bir tesiri olmadığını göstermişse de çiçek çıbanlarının ortaya çıkıp dışarıdaki cerahat (mikroplarının bu çıbanlara karışmasıyla meydana gelen ve hastanın halini ağır­laştıran iltihapları önlemek ve ortadan kaldırmak için bu ilâç­ların büyük faydası vardır. Bazı hallerde hastanın vücuduna, çiçek çıbanlarının üstüne (Permanganat de pottasse) mahlûlü sürmek kaşıntıları, fazla cerahatlenmeyi önlediği gibi çıbanla­rın derin izler bırakmamasına da yardım eder.

Çiçek Hastalığından Korunma Yolları

Sağlamların hastalarla temas etmemesi en başta gelen tedbirdir. Hastanın çamaşırları, yatak ve yemek takımları gayet sıkı bir dezenfeksiyona tâbi tutulmalıdır. Ka­rasineklere karşı şiddetli bir savaş açılmalıdır. Hastaya bakan­lar kendilerini gayet temiz tutmalı, hastalığı başkalarına nak-letmemeğe gayret etmelidir. Hastalar ancak (40 – 45) gün kadar tecrid ve tedavi edildikten, vücutlarında hiç bir yara ve kabuk kalmayıp tamamen iyileştikten, birkaç sıcak banyo ile güzelce temizlendikten sonra odalarını terk edebilirler. Bütün bu ted­birlerle beraber en kesin korunma çaresi (çiçek aşısı) ile aşı­lanmaktır. Çiçek aşısı bugün doktorluğun insan sağlığına hiz­met eden en kıymetli buluşlarından birisidir. Çiçek hastalığı­nın uzun asırlar süren salgınları ancak bu aşı sayesinde dur-durulmuştur.

Çiçek Aşısı

Bugün kullanılmakta olan çiçek aşısı da­nalardan alınır. Çiçek aşısı yapılan müesseselerde hastalıksız. sağlam ve genç danalar gayet temiz ve fenni ahırlarda çok dik­katle bakılıp beslenirler.
Çiçek aşısı hazırlanmak istenildiğinde, dananın sırtı­nın yan taraflarının derisi güzelce tıraş edilir. Tıraş edilen yerler sabunlu su ile iyice temizlenir. Sonra bu tıraş edilen yer­lerin derisi üstüne bir ustura ile, kan çıkarmadan, uzun çizgi­ler yapılır. Bu çizginin üstüne inek çiçeğinin mayası sürülür. Hayvanın sırtı gayet temiz bezlerle örtülür.

Bir müddet sonra dananın sırtında ufak ufak çiçek çıban­ları hâsıl olur. Bunlar büyüyüp olgunlaştıktan sonra özel bir takım aletlerle kazınarak çıban mahsulleri toplanır. Temiz (giycerine) ile karıştırılarak buz dolaplarında üç ay kadar sak­lanır. Kontrolları yapılır. Bu suretle hazırlanan çiçek aşısı ufak şişelere veya ince cam borulara doldurulur, işte bugün kullandığımız çiçek aşısı budur.
Çiçek aşısında dikkat edilecek noktalar şunlardır: aşı kuvvetini ve canlılığını kaybetmemek için daima soğukta sak­lanmalıdır. Buzluktan çıkarılıp âdi oda derecesinde (+4 dere­cesinin üstünde) bırakılacak olursa çabucak bozulur. Bundan yapılan aşılar da tutmaz.

Çocukları aşılamak için mevsim yoktur. Aşı her mevsim­de yapılabilir. Normal olarak çocuk (5 – 6) aylık iken aşılanır. Eğer ortalıkta çiçek hastalığı varsa ve çocuk buluşma tehlike­sine düşebilecekse bu aylardan daha ufak iken de aşılanabilir.

Şayet aşılanacak çocukta ateşli bir hastalık ve yahut de­risinde yaralar, çıbanlar, egzama gibi arızalar varsa bunları tedavi etmeden aşılamak doğru değildir.
Aşı çok defa koldan yapılır. Bacaktan yapılması, bazı mahzurlarından dolayı, birçok doktorlar tarafından uygun gö­rülmemektedir.
Aşı yapılacak yerin derisini temizlemek için kuvvetli mik­rop öldürücü ve deri üstünde uzun müddet kalıp aşıyı boza­cak ilâçlar kullanılmaz. En iyisi aşı yapılacak yeri sıcak sabun­lu su veya biraz (Ether) ile temizlemektir.
Aşı ispirto alevinde yakılmak suretiyle temizlenmiş yeni bir kalem ucu, bir iğne veya bir lanset ile yapılmalıdır. Bu gi­bi bir âletle deri üstünde, kan çıkarmadan, birbirine birer santim aralıkla, iki üç çizgi çizilir. Aşı tüpü kırılarak bu çizgi­lerin üzerine birkaç damla kadar- aşı sıvısı konur. Kalemin ucu ile hafifçe dokunularak aşı çizgilerin üstüne iyice yayılır ve bırakılır.

Aşının üzerini sargı ile bağlamaya veya orasını örtmek için ilâç kaşesi gibi şeyler koymaya lüzum yoktur. Aşının bir müddet kuruması beklenir, sonra çocuğun sırtına bol kollu temiz bir gömlek giydirilir.

Eğer aşı tutacaksa iki üç gün sonra koldaki çizgilerde ha­fif bir kırmızılık başlar. Dördüncü güne doğru bu kırmızılık­lar daha barizleşir. Sekizinci günde kabarıklık büyür, içinde sarımtırak, bulanık bir su toplanarak bir çıban haline gelir. Bu sırada çıbanın etrafı, bazı vakalarda kolun bu kısmı geniş bir şekilde kızarmış bulunur. Bu esnada koltuk altındaki lenfa bezlerinde de şişmeler görülebilir. Çocuk o günlerde biraz ateşlenir ve huysuzluk göstermeye başlar. Bu âdeta ufak bir çiçek hastalığına tutulma demektir. Müteakip günlerde kırmı­zılıklar yavaş yavaş geçer. Çıban kurur, kabuklanır. Daha son­ra kabuk kendi kendine düşer, yerinde bütün ömür boyunca kaybolmayacak bir aşı izi kalır.

Bazı çocuklarda ilk aşı çok dikkatli yapıldığı halde, vü­cutlarında analarından aldıkları bir bağışıklık mevcut olduğu için tutmaz. Bu takdirde birer aylık aralıklarla aşıyı tutunca-ya kadar tekrarlamak lâzım gelir. Çiçek aşısı insanları çiçek hastalığından kesin olarak koruyan bir aşı olduğundan bir­çok memleketlerde ve bizim yurdumuzda bu aşı ile aşılanmak kanunen mecburidir.
Çiçek aşısı ilk defa doğduktan sonra yukarıda belirttiği­miz gibi çocuk (5 -6) aylık iken yapılır. Aşının koruma müd­deti (5-6) yıl arasındadır. Onun için çocuklar ilk okula baş­larken tekrar aşılanırlar. Ondan sonra lüzumu oldukça (5 – 7) yıllık fasılalarla aşının tekrarlanması sağlık ve çiçekten ko­runmak için garanti teşkil eder.